​BANA DUVARDAKİ FOTOĞRAFI SÖYLE SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM…

Ekin GÜN 22 Eki 2017

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Yerel siyasetin dinamikleriyle genel siyasetin dinamikleri birbirinden çok farklıdır.

Yerel siyasetin dinamikleriyle genel siyasetin dinamikleri birbirinden çok farklıdır. Özellikle Türkiye gibi yerelleşmenin daha sonradan gündeme alındığı ülkelerde vatandaş yereldeki çalışmalara bakarak genel seçimlerdeki tercihini belirler. Bu açıdan yerel siyasetin genel siyaseti belirleme yönünde büyük bir etkisi vardır. Tam ben bu yazıyı yazmaya koyulduğum sıralarda Cumhurbaşkanı Erdoğan Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi’nde belediyelerin kilit öneme sahip olduğunu belirterek 2019 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmanın yerel seçimleri kazanmaktan geçtiğini söylüyordu…

Cumhurbaşkanı Erdoğan yerelden gelen bir siyasetçi. Toplumu okumasında ve milletin dilinden konuşmasında bunun çok büyük bir etkisi var. Çünkü yerel siyaset genel siyaset kadar üstten bir bakışı içermez. Tamamen hizmet odaklı olduğu gibi genelde olamayacak kadar birçok insanla temas etmek zorundasınızdır. Elbette yerelleşmenin yoğun olduğu ülkelerde, yerel yönetimlere tanınan hakların arttığı coğrafyalarda demokratikleşme oranı da doğru orantılı bir şekilde artar. Yerellik ile demokrasi arasındaki bu bağ çok güçlüdür. Sadece bu da değil. Genel politikaların belirlenmesinde yerelde duyulan ihtiyaçlar büyük önem taşır. Bunun farkında olan politikacıda seçimleri çok rahat bir şekilde kazanır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da yukarıda belirtmiş olduğum tüm hususların çok net farkında. Onun için 16 Nisan referandumundan sonra parti teşkilatlarına yapmış olduğu açıklamada “metal yorgunluk var” diyerek aslında gerçekleşecek olan değişimlerin sinyalini vermişti. Bunu üzerine alınan oldu veya olmadı ama bir ülkenin bir numarasını isim vermeye kadar itecek bir sürecin ne partiye ne de topluma yararı var. Davadan, vefadan, partiden ve milletten bahsedenlerin bu noktada daha sorumlu davranması gereken bir sürecin içinden geçiyoruz. Bu noktada direnmek hem partiye hem de insanın kendisine zarar verir. Çünkü millette var olan bu rahatsızlık yeni bir rahatsızlık değil… 7 Haziran seçimlerinden önce küçük bir Anadolu şehrini ziyarete gitmiştim. Orada AK Parti tabanından bazı kişilerle konuştuğumda hep şu cevabı aldım: “Buradaki teşkilattan ve belediyeden rahatsızız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hatırına oy veriyoruz.” Muhtemelen bu durum sadece benim gittiğim şehirde değil, diğer şehirlerde de geçerli. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkına varmış olacak ki 16 Nisan’da yerel teşkilatlara ve belediyelere bir şans tanıdı, bu şansı iyi kullanamayanların ise şimdi görevini bırakmasını bekliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, anlayanlar ya da anlamayanlar, duyanlar veya duymayanlar için isim verecek noktaya bile geldi. Son yapmış olduğu yurtdışı ziyaretinden sonra Ankara, Balıkesir ve Bursa belediye başkanlarının istifasını beklediğini kamuoyuyla paylaştı. Ankara sesini çıkarmazken, Balıkesir ve Bursa “görevimizin başındayız” anlamına gelen tuhaf açıklamalarla partinin genel başkanına ve devletin başına direnme gibi bir cüreti çok rahatlıkla gösterebiliyor! Bu özgüveni nereden alıyorlar bilemiyorum. “Bizi millet seçti” gibi edebiyatlara da gerek yok. Gerçekten millet seçtiyse 2019 yılında bağımsız olarak tekrar aday olursunuz ve milletin sizi gerçekten seçip seçmediğine karar veririz. Ama siz oraya Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından getirildiniz ve dava adamlığının da liderin dediklerini yapmaktan geçtiğini bilmelisiniz. Bu takınılan tutumun hem partiye, hem millete ve hem de size bir yarar getirmeyeceği gibi bu direnişin dava adamlığıyla da alakası yok.

Özellikle Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe’nin makam koltuğunun arkasında Abdullah Gül ile fotoğrafının bulunması “görevimizin başındayız” cümlesinin hangi gerekçelerden ötürü söylendiğini açıklayabilir mi? Ya da bu fotoğraf sosyal medyada çeşitli yorumlarla yayıldıktan sonra Abdullah Gül’ün bilgi ve yorum kirliliğini düzeltmek adına bir açıklama yapması gerekmez mi? Öyle ya da böyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği istifalar aynı zamanda milletin de kararıdır. Buna hala direniş gösterenlerin milletin gözünde kocaman bir sıfır olacağı açık.

Kavala’nın gözaltına alışını Özkök’ü neden bu kadar rahatsız etti?

Dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök, FETÖ ve PKK’ya yardım ve yataklıktan gözaltına alınan Osman Kavala’ya sahip çıkan bir yazı yazmış. Özkök, Kavala’nın “masum” olduğunu hangi gerekçeleri öne sürerek savunuyor bilmiyorum ama ortada yürüyen bir soruşturma varken Kavala’nın avukatlığına soyunmak da neyin nesi?

Sabah gazetesi yazarı Hilâl Kaplan, Osman Kavala’yı 2015’te yazmıştı. Kavala gözaltına alındıktan sonra bu yazı çok paylaşıldı. Ben de tekrar yazının linkini buraya kopyalıyorum, belki Ertuğrul Özkök okur da savunduğu kişiden utanç duyar diye: http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hilalkaplan/2015/08/26/cihangir-cephesinden-osman-kavala 

Cem Adrian’ın da şarkıları eskimiyor!

Siz de duymuşsunuzdur, ben de dostlarımla kendi aramızda konuşurken Ahmet Kaya’nın şarkılarının hiç eskimediğinden bahsederiz. Öylesine güçlü sözlerdir ki güncelliğini her daim korur ve dinledikçe sıkılmazsınız. Aynı durumun ben Cem Adrian için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Adrian pek fazla magazin sayfalarında yer almadığı ve kimseye röportaj vermediği için pek gündemde olmasa da kendisini takip eden azımsanmayacak bir kitle var Türkiye’de. Açıkçası ben de kendimi bu kişilerin arasında görüyorum.

Çok farklı bir sesi var Adrian’ın. Buna ek olarak ses tonunu değiştirerek parçalara katmış olduğu yorum inanılmaz. Ve tıpkı Ahmet Kaya gibi güçlü sözlerinden dolayı parçaları hiç eskimiyor. Konserine gitmek nasip olmadı ama gidenler büyük bir sanat şöleni yaşadıklarından bahsediyor. Bence bu pazar günü müzik listenizin arasına birkaç Cem Adrian şarkısı sıkıştırmayı ihmal etmeyin.