"BAĞLANMA" KAVRAMINA DAİR

Mavi ÇINAR 19 Kas 2018

Mavi ÇINAR
Tüm Yazıları
"Bağlanma" ile kendini diğerlerinden ayırarak kendisi hakkında bilgi edinen, ortaya koyan insan!

İslam/Varoluşçuluk/Egzistansiyalizm

“Sen, ah sen… Akıllıların aklı, sevdalıların aşkı”

“Bağlanma” ile kendini diğerlerinden ayırarak kendisi hakkında bilgi edinen, ortaya koyan insan!

Egzistansiyalistlerin de, varoluşçuların da, tasavvufun da fikri birliği işte budur.

*****

İnsanı anlamaya en tutkulu akımın sahibi egzistansiyalistler, insanın varoluşunu diğer insanlarla ilişkilerinde arar. “Kendini fark etme” ile kişiye bu fark edişten kendi tanımını yaptırmak, onu özüne ulaştırmak derdindedir. Tasavvuftaki kendini gerçekleştirme süreci de aynıdır.

Egzistansiyalist filozof Heiddeger’in “Dasein” dediği insan, kendini, kendi dışını tanıyarak anlar. Tıpkı tasavvuftaki, “sen kendini bilmezsen bu nice ilim etmektir” de olduğu gibi bir bütün oluşturur kendini öğrenme yolculuğunda. İşte “bağlanma” burada, dışını tanıdıkça kendini biçimlendirme halinde oluşan varoluşsal kaygılı bir eylemdir.

İslam’ın çok sıcak bakmadığı ama aslında, insanın kendi özüne yönelik çalışmalar için bağlanmalara meyli düşünülünce varoluşçuluk da budur!

Varoluşçuluk akımı, insanın varoluşunda kurduğu düzenden dolayı bağlanmayı anlamaya çalışır. İnsanın öğrenmelerinin ardından ortaya koymaya başladığı “öz”ü tanıma konusunda “bağlanma” sonuçları bakımından varoluşçu bir eylemdir.

Dert dediğin “bir” ise dermanın “Bir” oluşuna çıkan yolun huyundandır!

Hocamın dediği gibi; “ ‘Kö’ kökündeki yanmak ve parlamak anlamları sebebi ile bu kökten türettiği “kögnül” kelimesine ‘insan içinde yanan Tanrı ocağı’ anlamı verilmiş.” Aynı ocağa düşen diğer insana olan “bağlanma”nın, insan içinde yanan bir ateş olduğu yerde, oradan hızlıca Tanrı aşkına evrilmesi de bundandır.

*****

Aşk…

Seyyid Ahmede’r-Rifai’ye “Hakka ulaşmanın iki yolu vardır: Biri şiddetli aşk, diğeri sille-i Hüda” dedirten aşk…

İslam medeniyetini bir gözyaşı medeniyeti olmaya betimleyen aşk…

Sait Başer’in “Selam Söyle” kitabında birçok isme dillendirdiği; Fuzuli’ye “Aşk ehline figan etmeyi kanun ettin” dedirten, şikayeti kaldıran, çaresizlikten çarenin doğduğu, çilenin sevildiği aşk…

*****

İşte bu aşk bizi, Tanrı’ya ya da insana “bağlanma” kavramını tasavvufta aramaya iten ve varoluşsal sancılarla kasıt olunan benzerliklerinden, yine kendisini buldurandır.

Kierkegaard’ın klasik felsefenin aşırı mantıklı hareket etme kaygısından eleştirdiği insana aşkın olan, aklı aşan yanıdır.

Fuzuli’nin edebiyatını yapmada fazlaca başarılı olduğu bu “aşk”; ontolojik tarafından bakılınca insanın diğer kalan dünya karşısındaki konum ve ilişkisini anlamak açısından milyonlarca tanımı yapılan “bağlanma” ihtiyacıdır.

Ya da ihtiyaç mıdır?

İlişki, anlamayı; anlamak, bağlanmayı; bağlanmak, “aşk”ı yaratıyor ise sevginin tanımını “bilmek” üzerinden mi edineceğiz?

Bir “bilmek” arzusu mu bunca yorgunluğun sebebi?

“Bilebilir miyiz” sorusu üzerine, Gorgias’ın, “bilgi yoktur” cevabını eklersek aşkı da öğrenemeden bir başka varlık evrenine mi taşınıyoruz yoksa?

Tanışınca silinen “insani aşk” insanın kusurlu oluşundan değil de bilginin var olmayışından mı?

Tanıdıkça artan tek “bağlanma”; kusursuz olan, değişmeyen, öncesiz, sonrasız, “tam” olan Tanrı’ya olunca; erilen “İnsan-ı Kamil” bu yoldan geçenlerde arta kalan “öz” de kalan mıdır?

30 kuşun 7 eza vadisini aşıp vardıkları yerde bekleyen bir Simurg yok mu? O da “aşk” gibi yolu tamamlayanların, kendi küllerinden doğan kendileri mi?

Bu “erme” hali “kendini bilme”ye, kendinden kalan diğer varlıkları tanımaya, “bağlanma”ya, tamamlanmaya bu yüzden mi bunca tutkun?

*****

Neden tanım ya da anlamda uzlaşamadığımız konusunda ise aslında açıklama oldukça sade ve basittir.

Çünkü anlam bir sınırlamadır. Tanım koymanız gerekir. “Şudur “, “şu değildir” diye. Diğer kalan her şeyden ayırt etmek gerekir. İnsan kendini tam bu sebepten ötürü tanımlarken ve bunun için “bağlanma”yı da kullanırken, “aşk”a vardığı yerde Tanrı, mükemmelliği sebebi ile bu sınırların dışındadır!

Yani “aşk” ile yaratıcı aynı seviyeye geldiği yerde nasıl ki Tanrı’nın burnu vardır demek itikadi anlayışımızın dışındadır ; “aşk budur” demekte aynı “saçma”dır.

“Bağlanma” kendini bilen insanı, kendini tamamlama ihtiyacı ile kusursuz olana eklenme ihtiyacına sürüklemiştir artık.

Ve murakebe halinde iken tüm tanımlar anlamsızdır!

*****