AYASOFYA'DA PROTOKOL OLMAZ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Gelelim, iki gün sonra Ayasofya Câmii'nde kılınacak Cuma namazına.

Türkler olarak “sınıfsız toplum” özelliğine sâhip bir hayat anlayışımız var. Bu anlayış, onca saltanat uygulamasına rağmen hâlâ devam etmektedir. Toplumsal hiyerarşi ile karıştırılmaması gereken bu özelliğimiz, toplumu oluşturan bireyler ile yine bireylerin meydana getirdiği devlet arasında koparılmaz bir bağ ve sâhiplik duygusu oluşturmaktadır. “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” anlayışından önce de, devletin mülkü sultanlarda olsa da, devletin sâhibi milletti. Osmanoğulları’nın saltanatı sırasında bile, değil Müslüman âileden birinin, Hristiyan kökenli olan nice ismin, devletin en üst kademesine (örneğin sadrazamlık makamına) yükselmesi, bu toplum yapımızın örneklerindendir. Bu özelliğimizden dolayı, Allah katında sâdece takvanın önemli olduğu İslâm inancını çok çabuk kabul etmiş ve benimsemişizdir.

Ancak, bu sınıfsız toplum özelliğimize rağmen, nedense bâzı yerlerde karşılaştığımız protokol uygulamaları rahatsızlık vermektedir. Her hangi bir dâvet organizasyonunda ne zaman bir konferans salonuna girsem, en çok rahatsız olduğum şey, en ön iki sıradaki koltukların “protokol” olarak ayrılması ve erken gelenlerin o koltuklara oturmasına izin verilmemesidir. Organizasyonda birçok eksiklik, ihmâl ve aksama varken, bu protokol konusu, Allah’ın emriymiş gibi, nedense titizlikle(!) uygulanır. En ön iki sıradaki koltukların sıra başlarına görevliler dikilir veya bu koltukların girişleri “kırmızı kadife kumaş sarılı zincirler” ile kapatılır. Allah’ın huzûrunda saf tutup omuz omuza gelenler, konferanstaki konuşmacının karşısında, nedense sınıflandırmaya tâbi tutulur.

İşin diğer tuhaf tarafı ise, bu koltukların çoğunun boş kalmasıdır. Dahası, program açılış töreni ve toplu fotoğraf çekiminden sonra, bu protokolü oluşturan kişilerin hemen gitmesi sebebiyle bu koltuklar tamâmen boş kalır ve salonda estetiğe aykırı bir görüntü oluşur. Arka sıradaki dinleyiciler ve katılımcılar, ders dinlemek istemeyen öğrencilerin arka sıraları oturması gibi, moral bozan bir duruma düşerler.

Bunun yanında zamâna riâyet ve diğer dâvetlilere ve katılımcılara saygı konusundaki zâfiyetimiz yüzünden programlar genellikle protokolün gecikmesi sebebiyle zamânında başlamaz. Sanki bütün program protokolün o kısa konuşması için düzenlenmiştir!

Namazın protokolü

Gelelim, iki gün sonra Ayasofya Câmii’nde kılınacak Cuma namazına. Seksen altı yıllık hasret sebebiyle, herkesin câminin içinde namaz kılmayı istemesi hiç de yadırganacak bir talep ve istek değildir. Ama yurdun dört bir yanından gelmesi beklenen vatandaşların oluşturacağı fazla sayıdaki cemaatin aynı anda içeride bulunmasını mümkün kılacak bir mâbedin varlığı da, inşa edilme imkânı da yoktur. Bu isteğin, câminin avlusunda ve İstanbul’un en geniş meydanı olan Sultanahmet Meydanı’nda karşılanması mümkündür. Muhtemeldir ki, 24 Temmuz 2020 târihi, bu meydanda şimdiye kadar bir araya gelmiş en fazla sayıdaki insan ile “târihî gün” olacaktır.

Protokol konusuna gelirsek, çok şükür ki namazın kılınması konusunda protokolü beklemek gibi bir yanlış yapılmıyor. Vaktin girmesiyle ezan okunuyor ve namaza duruluyor. Keşke namaz ibâdetinde zamâna gösterdiğimiz özeni, sosyal hayâtımızdaki ilişkilerimizde ve işlerimizde de gösterebilmesek. O zaman aylara ve yıllara tekabül eden milyonlarca dakikayı kaybetmemiş oluruz.

Allah’ın huzûrunda protokol kuralları olmadığı gibi, ibâdetlerde ve mâbetlerde de protokol olmaz ve olmamalıdır. 24 Temmuz’daki Cuma namazında güvenlik ve salgın tedbirleri dışında hiçbir uygulamala yapılmamalı ve Ayasofya’nın mânevî değerine ve şahsiyetine uygun hareket edilmelidir.

Vakur olmalıyız

Bütün yeryüzünün mescid olduğunu bilerek, namaza başlarken ettiğimiz niyetle uyacağımız imam ve o imamın mihrâbında durduğu câmide namaz kıldığımız anlamına gelir. Tıpkı savaş meydânında ölünce şehit olmak için komutanın arkasında olmak gerekmediği gibi, imamın tekbirinin duyulduğu her nokta, câminin içi gibidir. Ayasofya Câmii için de aynı durum geçerlidir.

24 Temmuz’da mihrâba geçip Cuma namazını kıldıracak olan Ali Erbaş’ın imamlığına uyulduktan sonra, ister en ön safta, ister en arka safta veya mahfillerde, isterse avluda veya meydanda namaz kılmanın farkı yoktur ve olmayacaktır.

Buna muhalif olarak yapılacak her davranış ve hareket, Ayasofya’nın koruyucuları ve Fâtih Sultan Mehmet’in mirasçıları olarak biz Müslüman Türklere yakışmayacaktır.

Bizler, laflarımızla değil, tavır ve davranışlarımızla İslâm’ın mükemmelliğini ve üstünlüğünü göstermekle mükellefiz. Taşkınlık yapmak, öne geçmek için itişip kakışmak, namaz ibâdetinin uhrevî havasını bozmak, her şeyden önce ve en önemlisi Peygamber Aleyhisselâm’ın sünnetine aykırı davranmak olacaktır. O’nun müjdesini taşıyan fethin sembolü olan bu mâbede, O’nun ümmetine yakışmayacak davranışlarla girmek ve namaz kılmak, İslâm’ın itibarsızlaştırılmasıdır.

24 Temmuz’da Diyânet İşleri Başkanlığı’nın eliyle devletimizin alacağı önlemlerin başında binlerce kişinin ihtiyaç duyacağı seyyar tuvalet ve abdest alma yerleridir. Daha sonra biz cemaate düşen görev de, namazın ardından meydanı İslâm’a yakışır bir temizlikte bırakmaktır.

Bu konuda, Ayasofya Câmii’nin yeniden ibâdete açılmasını itibarsızlaştırmak için malzeme arayanların değirmenine su taşımamamız gerekir. “Görmemişin câmisi olmuş” demeye fırsat kollayanların hevesini kursağında bırakmak için, vakarımızı en asil ve en kibar şekilde ortaya koymalıyız. Bu vakar, Ayasofya’nın gerçek sâhiplerinin geri geldiğinin göstergesi olacaktır.

Başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere temsiliyet makamında olan kişilerin güvenliği için gerekli tedbirlerin dışında alınacak önlemler gereksiz abartılı olarak algılanacaktır. Zira, protokol demek, korumaların da aynı ortamda olması demektir. Bu protokolün makam arabalarının toplu görüntüsü de cabası. Bunlar “sosyetik Müslümanlık” ve “gösteriş Müslümanlığı” tâbirinin taraftar ve etki kazanmasına sebep olacaktır. Bâzı gazetelerde “Koruma ordusuyla namaz”, “Ayasofya’da protokol otoparkı” gibi manşetlerin atılmasına zemin hazırlayacaktır. Seksen dört yıl sonra kılınacak Cuma namazı basın târihinde bu görüntülerle ve ifâdelerle arşivlenmemelidir. Bunun vebâlini çok ağırdır ve hiçbir dünyevî makam bu ağırlığı taşıyamaz.

Bin iftardan daha hayırlı bir namaz

Hem İstanbullular hem de şehir dışından gelen binlerce misafir, her Ramazan ayında Ayasofya Meydanı’nda iftar ve sahur yapardık. Bu sene korona salgını sebebiyle bu zevkten mahrum kalınca üzüldük. Bu mahrumiyete karşı gösterdiğimiz sabrın karşılığını şimdi alıyoruz. Allah, bize seksen dört yıl sonra Ayasofya’da Cuma namazı kılmayı nasip etti. Bu Cuma namazı “Bin iftardan daha hayırlı” bir namaz olacaktır.

Bir önceki yazıdaki dilek ve isteğimi burada yenilemek ve yetkililere bir kez daha duyurmak istiyorum. Önümüzdeki ilk kandil programını, televizyon kanallarının ortak yayın yapacağı şekilde Ayasofya Câmii’de düzenlemek, bu câminin vârisleri olarak bizlerin gönlünü hoş edecektir.

Cuma günü, Cuma namazında Ayasofya Câmii’nde birlikte protokolsüz bir şekilde saf tutmak dileğiyle…