​ATLANTİK MERKEZLİ EMPERYALİST GÜÇ, FRANSA, TÜRKİYE VE PROJE LİDERLER

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İktisat Fakültesinde ilk asistan olduğum yıllarda dünyada bir Üçüncü Yol – Yeni Sol rüzgârı esiyordu.

İktisat Fakültesinde ilk asistan olduğum yıllarda dünyada bir Üçüncü Yol – Yeni Sol rüzgârı esiyordu. Aslında, -tıkanmış ve dünya egemenliğinin fiyaskoyla biteceği o zamanlarda yeni yeni tartışılmaya başlanmış olan Atlantik merkezli emperyalizmin kendi düzenini devam ettirmek için bir proje olarak geliştirdiği- Yeni Sol soldan başka her şeye benzemekteydi. Sosyalist siyaset – evrimcisi ve devrimcisi bütün kollarıyla – her şeyden önce emekçi sınıf tercihi ve savunusu üzerine kurulmalıdır. Halbuki, o günlerde piyasaya sürülen Yeni Sol’un programı hiçbir şekilde sınıf merkezli bir siyasete dayanmıyordu. Homoseksüel hakları, hayvan hakları, çevrecilik, azınlıklara kolektif haklar salatasıyla birlikte milli devletin kurumlarını – başta sosyal devlet olmak üzere – tasfiye ederek piyasa merkezli bir toplum ütopyasının peşine düşmüşlerdi. İşçi hakları, gelir dağılımında adalet, büyüme ve istihdam bir iktisadi politika unsuru olarak demode kavramlar olarak görülmekteydi. Gelişmiş ve sanayileşmiş Avrupa’da bu programın uygulayıcısı üst kurum olarak da Avrupa Birliği tayin edildi. Bu dönemde Blair, Clinton ve Schröder, Yeni Sol’un temsilcileri konumundaydı. 

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise, hangi görüşten olursa olsun, siyasetçilere çeşitli STK’lar tarafından devşirilmiş danışman, akademisyen ve gazeteciler marifetiyle üç temel (ve Müslüman toplumlara özel bir dördüncü) uygulama politika programı olarak sunuluyordu: 

(i) Çağdışı milli ve planlı ekonomi anlayışından vazgeçip iç ve dış ticari ve mali liberalleşme reformlarını tamamlayın. Bunlar Özal döneminde tamamlandı ve bize bedeli 1994, 2001, 2008 krizleri ile pahalıya patladı. 

(ii) Gümrük Birliği’ne girip AB’nin kuyruğuna takılarak, özelleştirme kanalıyla kamu üretimini, esnek istihdamla emekçi örgütlenmesini tasfiye ederek, Özerk Merkez Bankası ve Düzenleyici Kurumlar vasıtasıyla ekonominin dizginlerini küresel güçlere verin. Mrs. Çiller, Mr Derwish, Mr. Babacan ve Mr. Şimşek bu dönemin önde gelen ve uygulayıcı isimleriydi. Bunun sonucunda Türk Devleti’nin politika üretebilme kabiliyeti neredeyse sıfırlandı.  

(iii) Yerinden yönetim ve adem-i merkeziyet kavramlarına dayanan “çağdaş ve katılımcı” demokrasiyi kurarak milli devleti ve akabinde milli şuur ve aidiyeti ortadan kaldırın. Herkesin anlayacağı dilde söylersek, Güneydoğuyu PKK’ya, Kıbrıs’ı Rumlara verin, sözde soykırımı kabul edip Ermenilere toprak verin ve tazminat ödeyin diyorlardı. Bazılarına göre Türk milli devleti yerine şehir devletlerinden oluşan bir yamalı bohça tercih edilmeliydi. 

(iv) “Ilımlı İslâm” adı altında toplumların milli değerlerini ortadan kaldıracak, Peygambersiz, steril ve Protestanlaştırılmış bir İslâm’ı devletin ideolojisi ve milletin inancı haline dönüştürün.   Burada tek bir isim yeterli sanırım: Fetullah…

Bunun için liberal solcusundan Fetullahçısına, militan demokratından ayrılıkçı Kürtçüsüne ve bir kısım İslâmcısına kadar bir dizi türedi zevat 1990’lardan bu yana Türkiye’de bütün yazılı ve görsel medya ağlarına çöreklendi. Lâfa gelince “demokrat, hümanist ve özgürlükçü” idiler. Ama emperyalizmin sebep olduğu katliam ve savaşlara bu muhteremler ses çıkarmazlardı. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde Eski Türkiye’nin dönüştürülmesi için bunlar hepsi elbirliğiyle AK Parti’yi desteklediler. Ancak AK Parti’nin dayandığı genel merkez sağ kitlenin ve liderinin geldiği Milli Görüş tabanının bu isteklerle ve önerilerle pek uyuşmayacağı belliydi. Nitekim 2002’den 2010’lara kadar süren bir ittifak sonrasında ilkönce mevzi çatışmaları ve sonra da topyekûn savaş başladı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın telaffuz ettiği Yeni Türkiye ile bunların istediği Yeni Türkiye arasında dağlar kadar fark vardı. Türkiye nükleer enerji santralleri açmakta, silâh sanayiine yatırım yapmakta, ekonomi yönetimini New York – Londra, dış politikayı da Washington – Brüksel eksenlerinden koparmakta ve Ankara merkezli hale getirmeye çalışmaktaydı. Birçok eleştirilecek hatasına ve yanlış politikalarına rağmen Sayın Cumhurbaşkanı’nın en önemli özelliği “uzaktan kumanda ile idare edilemeyecek” olmasıydı. 

Şu içinde bulunduğumuz zamanlar Yeni Sol ve Neo-Liberal ideolojilerin çöktüğü, küreselleşmenin ciddi bir üretim krizine girdiği ve geniş halk yığınlarının alternatif olarak tekrar milli devlete, milli ve bağımsız bir ekonomiye sarıldıkları bir dönemdir. ABD’de Başkan Trump, CIA ve Pentagon hamamında terletilerek erkek bir Hillary Clinton’a dönüştürülmesine rağmen arkasındaki kitlelerin istek ve arzuları daha da şiddetlenecektir. İngiltere zaten hiçbir zaman tam olarak içinde bulunmadığı AB’den ayrılırken Fransa’nın bu yola girmesi şimdilik bir proje liderle engellenmiştir. Mösyö Macron, bütün sansasyonel özel geçmişi ile birlikte küresel finans kapitalin ve AB’nin kaşarlanmış politikacı elitinin adayıdır. Fransa’nın Cumhurbaşkanı’ndan ziyade AB’nin Fransa Genel Valisi konumundadır. Bu gidişat ister istemez bir sonraki seçimde Fransa’daki Ulusalcıları kuvvetlendirecektir. Bütün Ortadoğu ve eski Sovyet ülkelerinde milli ekonomiden ve bağımsızlıktan yana liderler çeşitli yöntemlerle tasfiye edilmektedir. Eski liderin yerine geçecek bir proje lider bulurlarsa bu ülkeler sömürge olmakta, bulamazlarsa ülkeler parçalanıp küresel kapitalizmin dev firmaları tarafından paylaşılmaktadır. 

Bütün bunları anlattıktan sonra, bütün bu aksiyon filminin ana mekânı olan ve halen devam etmekte olan Üçüncü Dünya Savaşı’nın cephe ülkesi olan Türkiye’de de bir operasyon düşünülmediğini zannetmek hayalperestlik olur. Pekiyi,  bizde de bir proje lider var mıdır? Şu anda sahip olduğumuz bilgilerle bunu söylemek mümkün değildir. Ama örneğin, siyasi angajmanı çok olmayan, Atlantik merkezli emperyalizme karşı olmayan, ılımlı İslâm’a itiraz etmeyen, Türklük gibi “demode kavramlara” ve Atatürk gibi “20’inci yüzyılda kalmış kişiliklere” takılmayan, tercihen bayan ve sarışın olan, o olmazsa Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşan bir veya birkaç lider adayı bulunmaktadır. Önümüzdeki zaman bunlardan hangisinin öne çıkacağını gösterecektir.