"Evet" ile "Hayır"ı, var gücü ile haykıran minibüsler geçerken gözlerim bahçeye odaklanıyor.
“Evet” ile “Hayır”ı, var gücü ile haykıran minibüsler geçerken gözlerim bahçeye odaklanıyor. Dünyanın ve ülkenin kalabalık gündemi, bahçenin muazzam gündemine yenik düşüyor. Âşık Veysel’in sadık yâri, tüm algılarımı esir alıyor. Geldiğimiz ve gideceğimiz yer, öz kaynağımız toprak, gözlerimin içine akın ediyor adeta. Basıp geçtiğimiz yer, altındakiler ve üstünde olup bitenlerle alıp götürüyor başka diyarlara.
Kulaklarım, sokağın gürültüsünü terk edince fark ediyorum ki toprağın gönlüne düşen bahar, sararmış ne varsa yeşertiyor yeniden ve bir daha. Toprak uyanıyor diyorlar, zaten uyumamıştı ki bin yıllardır. Uyuyan bedenin devamlı çalışan beyni gibi toprak, her dem uyanık ve çalışıyor.
Birden tüm heybetiyle fark ediyorum, babamın yadigârı kayısı ağacını. Acaba sesini duyan var mı bu güzelliğin? İç içe ama her biri hür olan dalları, uçlarındaki tomurcukları ve kendini sunma yarışına giren nadide renkte çiçekleri, neler söylüyor kim bilir? Ben de buradayım der gibi manolya. Yeşilin en güzel tonlarıyla yarışıyor kalın yaprakları. Kirazın dalları ve tomurcukları sıraya girmiş gibi hummalı bir çalışma içinde. Bahçenin en müstesna yerini kapmış baston gül fideleri. Kırmızı ve beyaz renklerini hazırlıyorlar. Dikenler de boş durmayacak elbet. İmtihan dünyası dikensiz olmaz zira. Binlerce iğnesiyle çama ne demeli bilmem ki? Daha dün gibi hatırlıyorum onu diktiğimiz günü. Ayakta durmaya takati yoktu da bir kuru dal ile tutturmuştuk hayata. Şimdi ise bahçenin en uzunu ve irisi. Yaz aylarında gölge ediyor isteyene.
Hepsi aynı topraktan beslenen canlılar, bu muhteşem bahçeye hayat veriyorlar. Bir yarış yok ne dalların ne ağaçların arasında. Yerden ve gökten gelenlere razılar. Hepsi var, hepsi özgür ve kendi meşrebince yaşıyorlar. Bütün zıtlıklarıyla aynı aşk bahçesinde cem olmuşlar. Ne mutlu onlara.
Ne olur sanki biz de lakırdıyı bıraksak da buluşsak aşk bahçesinde? Karanlığın ardındaki mutlak ışığı görsek artık. İnadına insan kalmaya ve daha çok insan olmaya koyulsak, tüm hücrelerimizle. Her şeyin iç içe ve zıddı ile var olduğu bu dünyadan, tüm zıtlıkların son bulduğu Güzel’e doğru yol alırken resmin tamamını görsek artık. Vasatı bıraksak da ya seven ya da sevilenler kervanına katılsak. Kelam ile kalemi katık etsek menzilimize yol alırken. Yani ki okusak ve yazsak sonsuzluk âlemini. Ama büyük ama küçük kabımızı ne ile doldurduğumuza dikkat kesilsek. Ve ikinin çokluğunu bıraksak da elimizin tersiyle, birin azlığında buluşsak ne olur?
Kendi kurgumuzla bir Hüsn-ü Aşk yazsak mesela ve güzelliğe yönelen aşkın, edep yolculuğuna çıksak Şeyh Galip gibi. İbn-i Arabi gibi merhametin merhametine pencere açsak gönlümüzde ve asıl kaybın ve yıkımın biz olmaktan çıkmak olduğunu idrak etsek.
Her türlü yabancı akına ve ayrılığa karşı dik dursak ve özde aynı kalsak ama her dem dönüşüm içinde olsak toprak gibi. Kökümüzden aldığımızı tomurcuklarımıza ulaştırsak, kayısı ağacı gibi. Yerin gönlüne düştüğü gibi, sözlerimizin kalbine de biz düşürsek baharı. Ve bahar gelse yurduma. Söylenecek bir sözümüz olsa esen rüzgâra göre değişmeyen. Ve çalacak bir melodimiz olsa hem bizden hem de çok sesli olsa mesela. Şartlar ne olursa olsun umudumuzu yitirmesek. Zira aşk bahçesi, tüm farklarımızla ve dahi tüm renklerimizle bize açık, yolumuzu gözlüyor. Yeter ki eziyet veren yükü bizden alana doğrulalım, yönelelim, yalnız ve kesintisiz biçimde O’nunla olalım. Başkasının değil O’nun olalım. Yeter ki aşk bahçesinin gülleri olarak ötekine rıza gösterelim.