​ALIŞINCA ÇOK GÜZEL

Aslı SERTDEMİR 16 Ara 2017

Aslı SERTDEMİR
Tüm Yazıları
Her annenin olduğu gibi benim annemin de durumun anlam ve önemini anlatan sözleri vardır.

Her annenin olduğu gibi benim annemin de durumun anlam ve önemini anlatan sözleri vardır. O gün, o an işimize gelmez, unutup geçeriz. Bazen jenerasyon farkını bahane eder, bazen de eski kafalı bulup söylediklerini ciddiye almayız. Söylenenleri anlamamız, düşünmemiz için zamana belki de biraz eskimeye gerek duyarız. Ya da o olayla yüzleşmeye ihtiyaç vardır anlamak için, söyleneni. Öyle bir an gelir ki işte o nasihatlar ve sözler arşivin en tozlu kısımlarından çıkıp önümüze önümüze düşer. Hiç de gerekli değildir aslında, yaşadığımız o zor ya da saçma anın altının çizilmesinin, ama olur. Aklımıza düşüverir. Bizi tartışmasız en sevenin, annenin söyledikleri. Neler neler söylemiştir de kaile alınmayıp, kalbini bile kırmışızdır. Benim “anne özlü sözlerinden” son zamanlarda da en çok düşündüklerimden biri.“Yalnızlık çok kötü, çünkü alışınca çok güzel’’                                       

Belki çok bilgece değil ama anne sözü. Son günler de bu cümleyi çok düşünür oldum. Düşünüyor, düşündürdükçe tuhaf ama biraz da garipsiyordum. Kendimi, etrafımda ki ben gibileri. Biraz daha eşeleyince konuyu, günümüz dertlerinden olduğunu ve hiç de azımsanmayacak sayı da olduğumuzu da gördüm.                      Siz de yalnızlıktan şikayet edip, sonra da ziyarete gelenin en sevdiğiniz bile olsa, bir saatten sonra “gitsin artık” diye gözüne bakanlardansanız. İşte o çok kötünün, en güzel kısmına hoş geldiniz...                                                                                                                                                

Belli bir süre yalnızlığın en tatlı kısmını tadan, ey tekil şahıs! Hadi itiraf et! İçinden “gitsin artık” demedin mi? Dedin, dedik. Ayıp mı? Günah mı? Ne desem olmaz şimdi. İtiraf edemesek de sesli söyleyemesek de bizden çok var. Yalnız olmadığımı biliyorum. Çaktırmadan öyle tatlı tatlı, sinsi sinsi içimize girip, bizi esir alan hastalık gibi bir şey de diyebiliriz buna. Kimse söyleyip açık açık itiraf edemiyor. Ama ben ilan ediyorum arkadaşım, ayıpsa ayıp, günahsa da günah. Benim gibiler bilir. Evde sürekli oturduğun köşe bellidir, fincanın, bardağın, televizyonda ki ses seviyen bunlar artık seni sen yapan şeylerdir. Sonra biri gelir. Adı, sıfatı çok da mühim değildir aslında. Zamandır burada mühim olan. Zaman uzadıkça değişir her şey. Bir sabah uyanırsınız, o sizi siz yapan fincanın içine tam da kahvenizi koyacakken, gelen misafirin o fincanla çay içtiğini görürsünüz. “Kahve aynı kahve, aman tadı mı değişecek. Başka fincanla içerim” der, kendimizi avutup, razı ederiz. Kahvemiz elimizde koltuğun en çukur yaptığımız köşesine yerleşeceğiz ki, başka bir popo çoktan ısıtmak için yerleşmiştir oraya. Hayda! O misafir bir de en sevdiğiniz pofuduk terlikleri de gasp etmişse. Sen, sen değilsindir artık. İşte o an gülümsemeler, diş sıkılarak yapılan eylemlere dönüşmeye başlamıştır. Misafirimiz bu tatsız ama tadından yenmeyen alışkanlıklarımıza uzak biriyse, durum daha da fena. Anlatılmaz ama yaşanır bir kaos ortamı. Peki misafirde mi suç? Hiç sanmam. Bence suç ben ve benim gibiler de. Bizi böyle ne yaptı? Ne bizi bu kadar bağladı bu alışkanlıklara da bir uzvumuz gibi oldu. Büyüklerimizin bize öğrettiği, aslında kanımız da geçmişimiz de hafızalarımız da olan o bölüm neden bu kadar çabuk silindi. 

Peki naturamıza bu kadar aykırı, aslında bizi bir o kadar da mutsuz ve rahatsız eden bu illetin ne ara güzel kısmına geçip de sevdik.   Farkına bile varmadan tahammülsüz evlatlara, sevgililere, eşlere, komşulara ve arkadaşlara dönüştürdü bizi bu yalnızlık alışkanları. İki kişilik konuşmalarda en büyük şikayet konusu oldu, yalnızlık. Etrafınıza bir bakın, artık yaşı da yok. Evlisi de bekarı da yok aslında bu durumun. Bir şekilde herkes sosyalleşmek için yanındaki ile günlük aktivitelerini yapıyor. Sonra yine en büyük şikayeti olan ama çok da alışıp, hatta artık güzel bile bulduğu yalnızlığına gidiyor.                                                                                                                                                                

Bu durum tüm insanları tabiki içine almıyor. Kalabalık evler, sık sık çalınan kapı zilleri, telefonunun susmadığı ve yatılı misafiri bol olduğu evler var. O haneler de yaşayan ve bu yaşamı seven insanlar var. O evlerde zaten en güzel fincanlar, terlikler ve oturma köşeleri misafirin. Ev ne kadar kalabalıksa o kadar yuva, bereketli, eğlenceli ve sıcak onlar için. Ve biz de hiç yabancısı değiliz bu insanların. Büyükanne büyükbabalarımızın, hatta anne babalarımızın ya da akrabalarımızın yuvaları bir çoğumuzun böyleydi. Biz de o evlerden çıktık, aşinayız hala bir yerlerden. Ara ara o evlere misafiriz. 

İşin aslı astarı, ben o insanları kıskanıyorum. Tüm kalbimle, onlardan biri olmayı tekrar tekrar diliyorum. Tüm alışkanlıklarımdan ve çok güzel yalnızlığımdan sıyrılıp.