AÇIK EKONOMİDE BÜYÜME: SIĞINMACILAR VE BEYİN GÖÇÜ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bugün bir yazı ara verdiğim büyüme konusuna yeniden dönmek istiyorum.

Bayramın birinci günü Çorumlu hemşerimiz (!) Boris Johnson’ın hikâyesini ve onun bağlamında bizim ülkede parti içi demokrasinin hâl-i pür melalini (hüzünlü, acıklı durumunu) anlatmıştım. Bugün bir yazı ara verdiğim büyüme konusuna yeniden dönmek istiyorum. En son açık ekonomide büyümenin borç veya servet ile sermayenin eş anlı birikim sürecine bağlı olduğunu söylemiştim. Ancak üretimin ve büyümenin yegâne kaynağı sermaye değildir. İş gücü piyasasını da dikkate almak gerekir. Küreselleşme ortamında iş gücü piyasası denince aklımıza ilk gelen dış göçtür. Bugün siyaset konuşulan her mahfilde lafın dönüp dolaşıp geldiği noktaların birincisi Türkiye’deki sığınmacılar meselesidir. Bizim akademik ortamlarda da dış göçün farklı bir boyutu yoğun olarak tartışılmaktadır: Beyin göçü. Bu iki süreç de uluslararası göçün iki farklı yüzünü göstermektedir ve temelde de iş gücü piyasasında hem iş gücü hacmini hem de iş gücünün niteliğini değiştirmektedir. Doğal olarak uluslararası göç hem iş gücü hacminin hem de verimliliğinin büyüme oranını etkilediği için ekonominin büyüme oranını, kişi başı emek ve sermaye oranlarını da etkiler.

Bu yazıda ilk önce emek kavramına farklı bir bakış açısı getireceğim. Daha sonra Küreselleşme sürecinin kolaylaştırdığı uluslararası göç olgusunun hangi iktisadi dinamiklere bağlı olduğunu inceleyeceğim. Son olarak da bu iki konuyu birleştirerek büyüme üzerindeki etkileri yorumlayacağım.

EMEK KAVRAMINI YENİDEN TANIMLAMAK

Standart iktisat ders kitaplarında emek / iş gücü birbirinin yerine kullanılsa da aslında, birbirinden farklı kavramlardır. Emek soyut bir kavram olarak üretimde kullanılan insan çabası olarak tanımlanabilir. İş gücü ise emek sahibi bireylerin çabalarının iş saati cinsinden tasnif edilerek ölçülmesi için kullanılan somut bir kavramdır. Genelde ders kitaplarında emek homojen olarak tanımlanır. Yani bir cerrah ile bir kasabın, bir iktisat profesörü ile seyyar satıcının, bir mühendis ile inşaat işçisinin çabasının nitelik olarak aynı olduğu varsayılır. Daha özel çalışmalarda ise, nitelikli (daha fazla eğitim görmüş) emek ile niteliksiz (daha az eğitim görmüş) emek arasında ayırıma gidilir. Ama genelde emeğin yapısal olarak homojen olduğu varsayımı devam etmektedir. Ben burada emeğin iki farklı bileşenden oluştuğunu önereceğim. Bu önerme doğrultusunda emeğin heterojenliğini bir hipotez ile tanımlamaya çalışacağım.

Her insan üretim sürecinde çalışırken iki farklı emek harcar: Zihni emek ve fiziki emek. Zihni emek yapılacak işin planlanması, çalışma zamanının kısalmasını sağlayacak kolaylıkların bulunması, takım halinde çalışmada iş gücünün örgütlenmesi, üretim tarzının ve ürünün kendisinin tasarlanması gibi bilginin işlendiği ve tecrübenin kullanıldığı emek türüdür. Zihni emek üretim yapılan sektöre, kullanılan teknolojiye ve işin gereksinimlerine göre farklılaşır. Ayrıca her işte kullanılan zihni emek arttıkça daha fazla ve daha farklılaşmış bilgi (yani beşerî sermaye) işlenmek durumundadır. Diyebiliriz ki, zihni emek ve beşerî sermaye (eğitim ve bilgi düzeyi) birbirini tamamlar, beraber kullanılır. Örnek olarak, ben bu yazıyı yazmak ve tasarlamak için bir çaba sarf ediyorum. Bu harcadığım zihni emeğe karşılık gelir. Öte yandan bu yazıyı yazabilmek için belli bir bilgi ve eğitim düzeyinin de üstünde olmam gerekir ki, bu da beşeri sermayedir.

Fiziki emek ise üretimde kullanılan kaba iş gücüdür, yukarıda kendimden verdiğim örnekte bu yazıyı yazabilmek için parmaklarımla klavyede tuşlara basarak harcadığım çaba fizikî emek içinde değerlendirilir. Fizikî emek üretimde fizikî sermaye (üretimde kullanılan her türlü alet edevat ve makine teçhizat) ile kullanılır. Yani bu yazıyı yazarken klavyenin tuşlarına parmaklarımla basmak için harcadığım çabanın üretken olması için bilgisayara ihtiyacım vardır. Bilgisayar, benim işimde fizikî sermayedir. Fizikî emek, yani harcanılan kaba iş gücü, sektörden sektöre nitelik değiştirmez. Ekstra bir eğitime (yani beşeri sermayeye) gerek duymaz. Ancak fizikî sermaye ile kullanılmak durumundadır.

Her insan çalıştığı sektör ve iş koluna göre farklı miktarlarda fizikî ve zihnî emek harcar. Avukatlar, akademisyenler, finansçılar ve benzeri yüksek eğitimli çalışanların harcadığı emek büyük oranda zihni emek içerirken, işçi ve çiftçilerin emeği büyük ağırlıkla fiziki emek içerir.

Ders kitabında nitelikli emek olarak bahsedilen emek tipi aslında zihni emek ve beşeri sermayenin yoğun olarak kullanıldığı iş kollarındaki emeği kastetmektedir. Niteliksiz emek ile ise daha çok fizikî emeğin yoğun olarak kullanıldığı işkolları kastedilmektedir.

Zihni emek belli bir beşerî sermaye tipinde yoğunlaşmayı ve belli bir iş kolunda uzmanlaşmayı da gerektirir. Bu yüzden zihni emeği yoğun olarak kullanan çalışanlar belli bir iş kolu dışında çok fazla iş imkânı bulamazlar. Örneğin benim bir alay komutanı olarak hemen hemen hiçbir katkım olmayabileceği gibi bir alay komutanı albay da Üniversite’de hocalık kolay kolay yapamaz. Çünkü eğitimleri, yani beşerî sermayeleri, bu iş için yeterli değildir.    

KÜRESELLEŞME VE ULUSLARARASI GÖÇ

Küreselleşme sürecinin en ayırıcı unsuru her türlü sermaye ve iş gücünün uluslararası hareketliliğidir. Dünyayı az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler olarak ayırırsak bu üç grubu kabaca şu şekilde açıklayabiliriz: Az gelişmiş ülkelerde beşerî ve fiziki sermaye birikimi, bunların yanında alt yapı sermayesi birikimi de, yetersizdir. Buna mukabil bolca niteliksiz işgücü bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler temel alt yapı sermayesini tamamlamış, düşük ve orta derecede teknolojili sektörlerde fiziki sermaye birikimi olan ama yüksek teknolojili sektörlerde yeterli fiziki sermaye birikimi olmayan ülkelerdir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde her türlü beşerî sermaye birikimi bulunmaktadır. Gelişmiş ülkeler ise orta ve yüksek teknolojili sektörlerde yoğunlaşan ülkelerdir. Bunların hiçbir alanda sermaye birikimi problemi yoktur.

Küreselleşme sürecinde az gelişmiş ülkelerde niteliksiz iş gücü fazlası var iken gelişmekte olan ülkelerde yüksek teknolojili sektörlerde istihdam edilen nitelikli işgücü fazlası vardır. Çünkü az gelişmiş ülkelerde nitelikli iş gücünün istihdam edileceği sektörler için gerekli olan yeterli alt yapı sermayesi yoktur. Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde alt yapı ve fiziki sermaye birikimi düşük ve orta teknolojili üretimi sağlamak için yeterliyken yüksek teknolojili üretim için yeterli değildir. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerde yüksek teknolojili sektörlerde istihdam edilen nitelikli iş gücü için yeterince imkân bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise yüksek teknolojili sektörlerde yeterince altyapı ve fiziki sermaye birikimi vardır. Yani gelişmiş ülkelerde yüksek teknolojili sektörlerde istihdam edilen nitelikli işgücü için talep fazlası bulunmaktadır. Öte yandan gelişmiş ülkelerde mali sermaye fazlası, yani tasarruf – fon fazlası da vardır. 

Bu ahval ve şerait içerisinde kendi ülkelerinde yeterince iş imkânı bulamayan yüksek teknolojili sektörlerde istihdam edilen nitelikli iş gücü gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkeler akmaktadır. Öte yandan yine kendi ülkelerinde yeterince iş imkânı bulamayan orta teknolojili sektörlerde istihdam edilen nitelikli işgücü de gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere göç eder. Buna beyin göçü adı verilmektedir. Az gelişmiş ülkeler ise niteliksiz iş gücü yatağıdır. Buradan seçilen çok nadir miktarda nitelikli işgücü gelişmiş ülkelere alınırken, niteliksiz ve mesleksiz milyonlar gelişmekte olan ülkelere kapağı atmaktadır.

BÜYÜME NASIL ETKİLENİR?

Eğer milli devletler hiçbir önlem almaz ve bu akışı olduğu gibi kabul ederlerse, kendi ülkelerine gelen milyonlarca niteliksiz iş gücü hem ücretleri hem de ülkenin üretkenliğini aşağı çekecektir. Bunu arttıran bir etken de ülkenin yetişmiş nitelikli iş gücünün beyin göçüyle ülkeyi terk etmesidir. İş gücü hacmi arttığı için ülke toplam olarak büyürken, düşük ücretler ve düşük verimlilik yüzünden kişi başına milli gelir, kişi başı sermaye ve servet düşecektir. Bunun adı literatürde “fakirleştiren büyüme” olarak verilmiştir. Ülkemizde son zamanlarda hararetle tartışılan sığınmacı krizinin arkasında yatan temel iktisadi sebep de bu fakirleşmedir.

Öte yandan küreselleşmenin bu çarpık yapısı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki kişi başı milli gelir ve kişi başı sermaye farklarını büyütecektir. Gelişmiş ve zengin ülkeler toplamda daha yavaş büyürken, vatandaşları gitgide daha yüksek refaha ulaşacaklardır. Milli devletlerin planlı bir ekonomiyle ve doğru sanayi, teknoloji ve eğitim politikalarıyla bunu kontrol altına alması mümkündür. Ama her şeyden önce kontrolsüz bir şekilde gerçekleşen niteliksiz iş gücü göçünün engellenmesi gerekir.

Hepinize iyi bayramlar.