Vakıf Katılım web

ABD'NİN İSLAM DÜNYASI İLİŞKİLERDE DOKTRİN DEĞİŞİKLİĞİ

Tarık ÇELENK 06 Haz 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Her şeyi Amerika yaptı savımız ne kadar tutarlıdır (!) bilinmez ama, küresel sistemde Amerika'ya duyulan ihtiyaç şu an itibariyle tartışılmazdır.

Her şeyi Amerika  yaptı savımız ne kadar tutarlıdır (!) bilinmez ama, küresel sistemde Amerika’ya duyulan ihtiyaç şu an itibariyle tartışılmazdır. Amerika’nın biz İslam dünyası ile ilişkilerin de farklı seyirler arz etmiştir. Emperyalist batının soğuk yüzü, Yahudi komplosunun merkezi, Filistin de çözüm arayıcı, Afganistan ve Bosna’da Müslümanların hamisi, Ortadoğu’nun kan emicisi ve Türkiye’nin sınırları dahil yeni Kürdistan’ın inşa edicisi gibi. Hatta yeşil kuşak teorisi ve sonrası radikal İslam’ın yaratıcısı kanaatlerini de bunlara ekleyebiliriz.

Tabi ki bu yakıştırmaların ardında ABD’nin uyguladığı politikalar ve doktrin değişikliklerinin etkisi de yatmakta. Amerika’nın toplumsal inanç yapısını eski ve yeni ahit’in şekillendirdiği açıktır. Ancak bu, Amerikan pragmatizminin, hayatın her yönünde etkin olmasına da engel bir şey değildir. ABD dış politikası ve İslam dünyası ile ilişkiler de hep bu doğrultuda gelişti. Soğuk savaş ve ideolojiler dönemi Amerika’nın İslam’a ilgisi açısından pek cazip değildi. Bu alan Arnold Toynbee ve B. Levis gibi İngiliz kökenli entelektüellerin ilgi alanıydı. Britanya I. Dünya savaşı ve Ortadoğu bataklığından muzaffer çıkmıştı. İki temel uygarlığın ( Batı ve İslam ) ileride muhakkak hesaplaşıp çatışacağının kaçınılmaz olduğunu bu aydınlar yazıyorlardı. Osmanlının yıkılma etkilerinin İslam dünyasında ; devletsizlik ve hilafet boşluğunu doğurduğunu, bunun da ileride radikal akımlara sebebiyet verebileceğini söylüyorlardı.  Sovyetlerin Afganistan’ı işgali ve ardından Şii İran devrimi, yeşil kuşak teorisi ile ABD’nin İslam’a yaklaşımını ( Ilımlı İslam ) gündeme soktu. Başta Cezayir sonrada Türkiye olmak üzere İslami değerler üzerinden demokratik siyaset yapan yapılar desteklendi.

Irak müdahalesi ( Türkiye’nin direnci )  ve ardından 11 Eylül saldırılarıyla “ Global Cihat “ konseptiyle tanışıldı. Bu sefer, başta Batı da ki Müslüman azınlıkları daha dikkate almaya çalıştı. Radikal yapılar ve bas diktatörlüklerine karşı, dış müdahalelerle demokrasi yerleştirilmek istendi. Yerel, ılımlı İslami önderler muhatap alınmaya çalışıldı. Arap baharının başlaması,ABD açısından bu umutları daha da arttırdı. AK partiyi Arap dünyası için bir model kabul ettiler. Filistin ve Mısırda da benzer destek arayışları sürdü.

Suriye iç savaşı ve Mısır’daki hayal kırıklığı sonunda tekrar Amerika dış politika pragmatizmi değerlendirme yaptı. Bu arada, Dünya tekrar çift kutuplu düzenin eşiğine de gelmişti.  Amerika bundan sonra İslam dünyasına demokrasi ihracı ve danışmanlığında ısrarcı olmuyordu. Ilımlı İslam aşısının tutmadığına, Cihatçı ideolojiye de çare olmadığına artık kanaat getirilmişti. İslam dünyasında artık yeşil kuşak veya demokrasinin anlamı kalmamıştı. İslam dünyasında her bölge kendine özgün koşullarında değerlendirilmeliydi. Söz konusu olan kısa vadeli çıkarlardı. Tehdit başta İŞİD’in ve El Kaide’nin kollarının temsil ettiği “ Küresel Cihat “ ve sebep olan göçmen sorunları olarak gündemlerini tutmaya başlamıştı.

Bu doktrin değişikliği, sonuçları itibariyle “ Medeniyetler çatışması “ tezini destekler nitelikteydi. Daha adil bir dünya için de umut vermemekteydi. Bu bakış açısı değişikliğinin nedenlerini değerlendirmek yerinde olacaktır. Amerika’nın başta yeşil kuşak olmak üzere İslam dünyasıyla ilişkilerine ilişkin tezlerinin çöküşünde bir çok neden vardı. Öncelikle bu politikalar ; yüzeysel, kısa vadeli ve ekonomik maliyeti ön plana alınan yaklaşımlardır. İslam ilahiyatı ve epistemi (doğru bilgi) burada çalışılmamıştır. 20. Yüzyıl Britanya imparatorluğunda ki gibi derin oryantalistlere ihtiyaç hissetmemişlerdir. Türkiye veya diğer ülkeler hakkında karar verirlerken, muhafazakar sessiz çoğunluk temsilcilerinin rolü yeteri kadar anlaşılamamıştı.

Amerika açısından bu doktrin değişikliğinin başlangıcı,Arap baharı ve Mısır hayal kırıklığına bağlanabilir. Türkiye Osmanlı’dan bu yana Batı-Doğu arasında bir uygarlık geçiş ülkesiydi. Bugünkü Türkiye’nin farklı ve bağımsız tavrı da bu denklemi bozan diğer bir husus oldu. Tabi Amerika’da eğitim gören Mursi, Ladin ailesi gibi aydınların da, ayrılınca kendi ülkelerinde sürpriz bir şekilde farklı tavırlar sergilemeleri de Amerikan karar alıcıları açısından ayrı bir hayal kırıklığı oldu. Amerikan politikası, ayrıca demokratik temsil talep eden yeni ezilen ve İslami kimliği savunan sınıfların, iktidarda radikalleşip, kaynakları tekelleştirdiklerine inandı. Siyasal İslam’ın sınıfta kaldığı kabul edildi. Böyle bir demokratikleşme projesinin çok yüksek ekonomik ve sosyal maliyeti, kendilerini eski politikalara yönlendirdi. 

Yeni aktörler zaten seküler olan eski sistemin orta sınıfları ve devletsiz Kürtlerdi. Siyasal İslam’ın yüksek maliyeti ile uğraşmaktansa, bu aktörlerin ön planda olması daha tercih edilebilirdi. Amerika’nın radikalizmi ve selefizmi ihraç eden Arap şeyhlerine tolerans göstermesi, enerji yollarının ve Dolar’ın güvenliği pragmatik politikaları ile açıklanabilir. Ortadoğu’nun Amerika açısından uzun vadede enerji güzergahının güvenliği , İŞİD tehdidi ve Rusya rekabeti  açısından önemi şimdilik devam ediyor. Enerji maliyetleri bakımından uzun vadede Amerika için kaya gazının uygun maliyetleri daha cazip durmakta. Çin’deki dolar rezervleri Arabistan’a, doların güvenliği için alternatif olmakta. Bu nedenlerle yoğunluklarını daha çok Güneydoğu Asya politikalarına kaydırmış durumdalar. Bu da doktrin değişikliğinde başka bir nedeni teşkil edebilir. Küresel düzende, kısa vadeli çıkar odaklı politikaların,sadece siyasal olumsuz sonuçları çıkmıyor. Bugünkü yüzeysel politikaların aktif radikalizmi tasfiye edemeyeceği açıktır. Tam tersine geleneksel İslam ve siyasal İslam selefi eylemcilerin  ilgi alanına girmektedir.  Bu açılardan Batı ve İslam’ın bir arada çatışmadan yaşayabilmesinin koşullarını tekrar değerlendirmemiz ve ortak bir kararlılığı ortaya koymak zorundayız.