76. BM GENEL KURUL TOPLANTISININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
BM Genel Kuruluna 'da yansıyan bu gri atmosfer tüm Dünyanın yorulduğu bir dönemden geçtiği gerçeği ile de ilintili. Koronavirüs krizi ve ekonomik yansımaları memnuniyetsizlik üretmeye devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta herkesin gözü kulağı 76. gerçekleşecek Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle BM’de beklenen diplomasi trafiğindeydi. Toplantı iki açıdan dikkat çekiciydi. Öncelikle ABD Başkanlığını, uluslararası kurumları hiçe sayması ile tanınan Trump’tan Biden devralmış, üstüne üstük uluslararası diplomasiye öncelik vereceği gibi bir sözle yeni dış politikasını başlatmıştı. Bu nedenle Biden’ın Genel Kurula hitap edeceği toplantının nasıl bir hava içerinde geçeceği merak ediliyordu. Aslında Trump’ın neredeyse protesto edildiği, Trump’ın neredeyse sabote ettiği daha önceki Kurul toplantılarıyla karşılaştırıldığında Biden’ın sıradan mesajlarla dolu bir konuşma yapması bile ABD için başarı sayılabilirdi- eğer ki Biden başkan seçilmesinden bugüne Trump’tan farklı ama o kadar ciddi krizlere yol açmış olmasaydı.

Biden’sal krizler

Bu krizlerin özü ABD’nde Biden’ın Trump politikalarını takip etmesi olarak özetleniyor. Biden Yönetimi demeç verirken başka bir üslup kullanıyor olabilir ama Trump’ın politikaları sahada devam ediyor. Bu durumun yarattığı çifte belirsizliğin gölgesi de Biden’ın bir BM şovu yapmasını engelledi. Nitekim, Avrupa basınında Kurul’daki konuşmalardan önce yapılan değerlendirmelerde gündemin ana maddesi, Biden’ın demokrasiler ittifakı çağrısı ya da müttefikler ve uluslararası rejimlerle ABD’nin arasını düzeltme daveti değil AUKUS paktından ve Asya-Pasifik güvenliğinden Avrupalıların nasıl dışlandığıydı. Bazı Avrupalılar-ki buna Almanlar da dahil- Fransa’nın iptal edilen sözleşmelerine sadece bir iş akitti olarak bakmıyorlar. AB güvenliği boşlukta kendi kendine meydana gelen sihirli bir formül olmadığına göre AB üyesi ülkelerin refahı ve gücü üzerinde yükseliyor. Bu konuda Biden Yönetiminin verdiği mesaj da hayli negatif. Tüm bu AB-ABD çatışmasına ön açan AUKUS’un bir savunma paktı olup olmadığı net değil ama kritik savunma iş birliklerini içerdiği ve silahlanmayı -en azından Avusturalya üzerinden- şimdiden artırdığı da bir gerçek. Dolayısıyla BM kürsüsünden Soğuk Savaş peşinde olmayan bir ABD başkanı olduğunu ilan etmek Biden Yönetimine inandırıcılık kazandırmıyor. Bu yüzden, ABD-Güney Kore ve Japonya arasında Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması için iş birliği oluşturduklarına yönelik haberler de basında Pasifik’teki ülkelerin nükleer denizaltı sayılarını veren istatistikler arasında zorlukla yer buluyor. Öte yandan İran nükleer krizi sürüyor. ABD ve İran’ın Viyana’daki görüşmelere ne zaman dönecekleri hala kesinleşmedi. Tahran ve Washington dönüşün günler, haftalar hatta aylar sonra olabileceğini ima eden açıklamalar yapıyorlar. Bu aslında, bölgeye her türlü musibete hazır olun mesajı vermek demek. Dolayısıyla silahsızlanma konusunda bu kadar ters iş yaparken yeni Soğuk Savaş’a girişme niyeti olmadığını iddia etmek uluslararası toplumu ikna etmiyor. Benzer bir inandırıcılık sorunu Biden’ın Afganistan’da demokrasiyi korumak için her şeyi yapacağız iddiası üzerinden de doğuyor. Biden konuşurken, insan ve kadın hakları, demokrasinin sağlamlaştırılması meselesi açıldığında salonda dolaşan kameraya takılan Afganistan delegelerinin yüz ifadesi ABD dış politikasının nasıl bir etki yarattığı konusunda hepimize fikir veriyor: buz gibi.

Küresel sistem yorgun

BM Genel Kuruluna ’da yansıyan bu gri atmosfer tüm Dünyanın yorulduğu bir dönemden geçtiği gerçeği ile de ilintili. Koronavirüs krizi ve ekonomik yansımaları memnuniyetsizlik üretmeye devam ediyor. Bu memnuniyetsizliğin siyasi hayatı nereye doğru zorlayacağını, örneğin Avrupa’da birbiri ardına gerçekleşecek seçimlerde merkezin tutunmaya devam edip edemeyeceğini göreceğiz. Aşırı sağ ve solun merkezi yönelimleri zorlamasının bölgesel ve küresel rejimleri istikrarsız hale getirdiğini daha önce görmüştük. Böyle bir istikrarsızlık, BM gibi küresel rejimler uluslararası sorunların barışçıl çözümü ya da Afganistan’daki son kriz gibi krizlerin atlatılması konusunda bir umut vermezse kısa sürede radikalleşebilir.  Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, örneğin geçenlerde, BM’nin pek çok konuda başarısız olduğunu ancak başarısızlığın sevinilecek bir şey olmadığını söyledi. Zira, bu rejimler adı üzerinde küresel rejimler, büyük güçlerin Steinmeier’in deyimiyle boks-ringi değil. Almanya Cumhurbaşkanı bu ifadelerle bizim için çok tanıdık olan bir başka ifadeye, “Dünya beşten büyüktür” ifadesine yaklaşıyor.

Türkiye’nin BM mesajı

Küresel uluslararası rejimlerin çalışabildiğini, etkin ve etkili olabildiğini gösterebilmesi önemli. Bu noktada da özellikle de yaşadıkları tecrübeler nedeniyle eleştiri hakkı olan ülkelerin verdiği mesajlar, uluslararası rejimlere verdikleri destek son derece önemli hale geliyor. Ki Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın son BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşması bu açıdan son derece mühimdi. Bilindiği gibi, Türkiye terörle mücadeleden zorunlu göç meselesine küresel ve bölgesel pek çok risk ile doğrudan mücadele eden bir ülke. Ortadoğu, silahsızlanma rejimlerinin işlemediği bir bölge ve Türkiye’nin komşusu. Uluslararası hukuka aykırı güç kullanımının Karadeniz-Kafkasya’daki etkileri Doksanlardan beri konuşulur durulur. BM dahil uluslararası kurumların aciz kaldığı iç savaş ya da savaşa yakın çatışmalar komşularımızda cereyan etti. Kısaca Türkiye uluslararası sistemin nerelerde işlemediğini çok iyi biliyor.

Cumhurbaşkanımızın konuşmasını üç ana başlık altında özetleyebiliriz. İlk başlık Türkiye’nin genel dış politika vizyonunun özeti şeklindeydi. Libya’dan Suriye’ye, Afganistan’a, Ege ve Doğu Akdeniz’deki son durumdan terör ile mücadeleye Ankara’nın dış politikası özetlendi. Burada dört ana vurgunun; 1-Afganistan’dan Türkiye’yi hedef alan bir göç dalgasına müsaade edilmeyeceği, 2-KKTC’nin haklarının korunacağı ve uluslararası temsilinin önemi, 3-Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka uygun faaliyetlerimizin devam edeceği ve 4-Doğu Akdeniz ile Kafkaslar ’da çok taraflı diplomasiyle sorunların çözümüne Türkiye’nin açık olduğu mesajlarının altı çizilmeli. Bu vurgular, Ankara’nın çevremizdeki krizlere Türkiye’nin caydırıcılığını güçlendirerek ama diplomasi kapısını da açık bırakarak cevap vereceğini gösteriyor.

Paris Anlaşmasının mesajı neden önemli?

İkinci başlık, uluslararası rejimlerin daha adil bir dünya kurmakta neden yetersiz kaldıklarını analiz etmeye adanmıştı. Türkiye’nin büyük güçlerin sorumluluklarını yerine getirmediklerine dair bir saptaması uzun bir süredir “Dünya beşten büyüktür” mottosu ile beraber dillendiriliyor. Ankara uluslararası toplumun ihtiyacı olan etkinliği, sorun çözücülüğü, hakkaniyeti hedefleyen bir reformun olması gerektiğini bu reform sürecinin de BM Güvenlik Konseyinin yapısından başlanması gerektiğini tüm uluslararası toplum ile 76. Genel Kurul’da yeniden paylaştı. Bu mesajdan yola çıkarak Türkiye’nin reform çağrısının, eleştirilerinin Türkiye’yi nasıl bir pozisyona koyduğu sorulabilir.

Türkiye’nin reformist bir tutum benimsediği, küresel rejimleri haklı eleştirilerine rağmen desteklediği anlaşılıyor. Bu duruşun en açık ifadesi, üçüncü başlık altında Cumhurbaşkanımızın verdiği Paris İklim Anlaşmasının TCBMM onayına sunulacağının ilanıdır. Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele konusunda ciddi adımlar atma ve bunu da üyelik hedefi devam eden AB ile uyumlu biçimde yapma kararlılığı AB Yeşil Mutabakat eylem planı hazırlamasından anlaşılıyordu. Paris Anlaşmasına yönelik olumlu tutum değişikliğinde ise Türkiye’nin dilendirdiği eleştirilerin göz önüne alındığı bir reform ve iyileştirme süreci olduğu açık. Bu noktada Glascow Zirvesi öncesinde Türkiye uluslararası rejimlerin iyileşebildiği takdirde küresel uzlaşıyı yakalayabileceğini gösteriyor. Sözü özü, Türkiye gibi bölgesel güçlerin reformist duruşları son derece değerli ve uluslararası toplumun Trump ve Biden arasına sıkışmış ruh halinden sıyrılması için bir fırsat. 76. Kurul bu fırsatın gösterilmesi ve görülmesi için bir şanstı.