​ "YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ" S . DEMİREL

Ömer EROĞAN 21 Haz 2017

Ömer EROĞAN
Tüm Yazıları
Geçen gün basındaki küçük haberden Süleyman Demirel'in vefatının seneyi devriyesi olduğunu fark ettim.

“YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ” 
S . DEMİREL

Geçen gün basındaki küçük haberden Süleyman Demirel’in vefatının seneyi devriyesi olduğunu fark ettim. Her nedense Ülkemizde vefat yıldönümleri hatırlanır da doğum yıldönümleri hiç hatırlanmaz. Bu haber, 1960 Darbesini gerçekleştiren asker sivil kadroların oldukça aktif olduğu  Şubat 1961’de kurulan Adalet Partisi’nin ilk dönemleri Türkiye’sini  hatırlattı. Genç AP 1963’te yapılan mahalli seçimleri kazandı,  İstanbul’un büyük farkla seçilen ilk belediye başkanı da AP adayı idi fakat, hukuka müdahale ile seçimi iptal edilerek yerine seçimi kaybeden CHP adayı Haşim İşcan Başkan yapıldı. Daha sonraları Partinin İstanbul adaylığının kendisine de teklif edildiğini açıklayan Demirel 1964’te yapılan münakaşalı büyük kongrede Genel Başkanı seçildi ve 1965 yılında yapılan genel seçimleri büyük ekseriyetle  kazanan AP, Hükümet oldu ve ilk dönem icraatları ile Türkiye’de yüksek büyüme oranlarına ulaşıldı. Sonraları Adalet Partisi’nin, Demokrat Parti kökenli kurucu ve yöneticilerinden oluşan milletvekillerinin, 1960 Darbesi mağdurlarının siyasi haklarının iadesi,  bazı icraatlar ve gensoru konuları gibi köklü prensip ayrılıkları nedeniyle ayrılarak  Aralık 1969’da Demokratik Parti’yi kurdular.

Tabii ki dönem  söz konusu olunca onun protesto yürüyüşleri ile ilgili 1968’de söylediği  meşhur “Yollar yürümekle aşınmaz” sözü  hatırlanıyor. Başlangıçta söylemde düzen değişikliği talepleri içeren gösteriler döneminde, tartışmalı 1971 Elrom suikastına kadar büyük şiddet yaşanmamış idi. Bu kendilerini devrimci olarak adlandıran bazı fraksiyonların dahi, açıkça orduyu çağırdıkları günler idi. Neticede 12 Mart 1971 günü Türkiye Cumhuriyeti Ordusu sivil siyasete bir kez daha el koydu diğerlerinde olduğu gibi bu antidemokratik müdahil kanat  sadece askerlerden ibaret değildi, içinde demokrasiyi hazmedememiş sivil unsurları da  içermekteydi. Demokrasi cephesi nasıl bir çeşit ittifak ise karşıt cephede de bir koalisyon oluşuyor. Bir cumartesi günü olağanüstü toplantıya çağrılan Meclis genel kurulunda Ordunun sivil iradeye karşı verdiği Muhtıra okutulmak istendiğinde “Mecliste ya Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlık tezkeresi okunur, ordu tezkeresi okunmaz” diyen sadece birkaç milletvekili karşı çıktı. Hükümette  istifa etti.                                                                                                                                        Aynı günlerde Anayasa dışı yoldan ama Anayasa içinde çözüm isteyen Kuvvet Komutanlarıyla görüşmesi teyit edildiği hususu sorulunca Demirel “Ee, dün dündür, bugün bugündür” cevabını vermiş idi. Sonraki yıllarda kendisine dönem ile ilgili yöneltilen soruyu ise                                                        “Karşımızda üç tane tay vardı: Danıştay, Yargıtay ve Kurultay” diyerek cevaplamış idi.                                                                                                                                                           Neticede ,1971 yılında Ülke genelinde orduyu tekrar en hakim güç haline getiren sıkıyönetim ilan edildi. Bu dönemin toplumsal olayların daha başlangıçta yatıştırılması  yerine  kitleleri ezerek netice almayı amaçlayan uygulamaların başlangıcı olduğu düşünülebilir.                                                                        Aşırı sert metotların zaten hareketlenmiş olan toplulukları her türlü etkiye açık hale getirdiği ve sonuçlarının onarılmasının çok daha zor olacağı bilinmesine rağmen tercihi anlaşılamamıştır. Sonuçta, nesillerimizi  hoyratça heba eden bu sistem uzun süre işledi.                                                           Her konuya fazlasıyla ilgili Orta Avrupa kamuoyu ise her nedense tüm bu yaşadıklarımızdan bihaberdir.  Son tahlilde, Ülkemizde topluma karşı işlenmiş en büyük suçların faillerinin sadece kamuoyu vicdanında yargılanabilmiş oldukları tespit edilmektedir.                                                                                         

Aynı zamanda sonraki yılların yol  taşlarının döşendiği o günlere baktığımız da; halk iradesinin iktidar olduğu günlerden 1971 Darbesine hızla yaklaşırken  Orta Doğu Politikalarının, Haşhaş ve U2 meselelerinin yanı sıra Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında oluşturulmaya çalışılan geniş iş birliği girişimlerinden dolayı Hükümetin bazı mihraklarda yoğun eleştirilere maruz kaldığı anlaşılmakta ve 1960 Darbesi hemen öncesi Menderesin programında olan önemli Moskova ziyareti de düşünüldüğünde ta bugünlere kadar gelen olaylar arası şaşırtıcı benzerliklerin son derece dikkat çekici devamlılığı görülmektedir.