Röportaj 25.03.2017 03:00

​PROF. DR. MAHMUD EROL KILIÇ: "BENİM GENCİME SUNABİLECEĞİM ŞÖVALYE MODELİM YOK"

​PROF. DR. MAHMUD EROL KILIÇ:  "BENİM GENCİME SUNABİLECEĞİM ŞÖVALYE MODELİM YOK"

Muhammed AKAYDIN

Tasavvufi faaliyeti kimse kaldıramaz. Kaldırdıklarını zannedenler de kaldıramazlar. Ama gizli ama aşikâr çalışır ve bu devam eder. “Tanrıyı Öldürdük!” demek gibi saçma bir şey. Kapattık diyenler sadece toplumun o güzelim damardan istifade etmesine mani olmuş oluyorlar,  bu kadar.

Cumhuriyet dönemi ister istemez tekke adabını ve tarikat silsilesini inkıtaaya uğrattı. 80’li yıllarda ise bu tekkeler form değiştirerek vakıf, dernek gibi adlar aldı. Ama o silsile bozuldu. Bu anlamda da full time dervişlerin yerini seküler dervişler almaya başladı. Bunlar da maalesef ruhtan yoksun dervişler. Sizce günümüzde tarikat dediğimiz yapı var mı ya da varsa da ne kadar var?

Aziz kardeşim, Ahmed Celâleddîn Dede bir şiirinde;

“Seddolunmakla tekâya ref olunmaz zikr-i Hakk, 

Cümle mevcûdat zâkir, cihan dergâhdır” der. 

Yani, “Tekkelerin kapanmasıyla Hakk’ın zikri kaldırılmış değildir, zira bütün varlıklar Hakk’ı zikredip durmaktadır, bu durumda kâinat bir dergâhtan ibarettir.” Yani tasavvufi faaliyeti kimse kaldıramaz. Kaldırdıklarını zannedenler de kaldıramazlar. Ama gizli ama aşikâr çalışır ve bu devam eder. “Tanrıyı Öldürdük!” demek gibi saçma bir şey. Kapattık diyenler sadece toplumun o güzelim damardan istifade etmesine mani olmuş oluyorlar, bu kadar. Aslında kendilerine kötülük ediyorlar ama farkında değiller. Yoksa tasavvuf işine bakıyor. Sen o yolların mükemmel hâliyle kendini izhar etmesinin yolunu aç, gör bakalım neler oluyor. Gör bakalım Mevlana’lar, gör bakalım Hafız’lar, Sadi’ler, Yunus Emre’ler çıkıyor mu çıkmıyor mu? Kimileri, bir yönüyle biz radikal dinciliğin karşısındayız diyorlar, diğer yandan onun en güzel panzehri olan maneviyat ocaklarını kapatmaya çalışıyorlar. Maneviyat ocağından yetişen bir delikanlı ne olur? Civanmerd olur, Alperen olur. Bir kere model olarak sana “alp” ve “eren” olmayı öğretiyor. Yani bir tarafı “ermiş” bir tarafı “mücahid.” Orta Çağ Avrupa’sında alperenin karşılığı şövalyedir. Maalesef benim gencime sunabildiğim şövalye modelim yok şu an. İşte Ertuğrul dizisi gibi diziler kısmen bunu karşılamaya çalışıyor. Kutsala referanslar eskiye nazaran daha iyi. Lakin hâlâ sıkıntılar var. Mesela Kayıcılık diye bir moda başlattılar. Hatta Kayı alfabesi falan türedi. Osmanlı’da olmayan şeyler icat ettiler. Osmanlı Oğuz’un Kayı boyundan, doğru fakat Kayıcı değil. Size bir şey söyleyeyim mi siz senaryoyu nasıl kurgularsanız kurgulayın Osmanlı ruhu o dizinin sahne arkasında yaşıyor aslında. Yani siz o filmde oynayan herkesi Kayı askeri olarak kurgulayabilirsiniz ama Ertuğrul’u oynayan Engin Altan Düzyatan gerçek hayatında bir Arnavut. Hayme Ana Selanikli. Diğeri Çerkez vs. Bir diğer oyuncu Gürcü... Türk, Kürt, Arnavut hep beraber bu filmde oynuyorlar. Hem de en baş Türk karakterini oynayan kişi bir Arnavut. İşte Osmanlı ruhu bu... Sürekli evrilen İslamcı bir şair son zamanlarda ne olduysa Arnavutlara küfretti. Ağır hakarette bulundu. Nasıl İslamcıysa? Eğer onun fantezilerini dinleyecek olsak ne bu filmde Engin Altan Düzyatan oynardı ve ne de Mehmed Akif burada yaşardı. Adına dernek kurulan İstiklal Marşı’nı yazan bir Arnavut’tu, hatırlatmak isterim. Burada Türk asil durmalı, oyuna gelmemeli. Ecdadın yolunda nasıl Türk olunduğunu göstermeli. Hâsılı Türk, kendisine yeni rejimin yüklediği anlamın yerli bir anlam olmayıp kökü dışarıda bir ideolojinin ürünü olduğunu fark ettiği anda bu ülkede çok şey değişecektir. Fransız ihtilalinin ve Kemalist devrimlerin kendisine giydirdiği anlam orijinal değildir. Daha evvel kendisinde olan bir anlam değildir. Hâsılı birçok şeyin değişmesi Türk’ün derinliği, vizyonu ve merhametine bağlıdır. “Ey Türk titre ve kendine dön!”ü ben böyle anlıyorum. 

Günümüzde başka ülkelerde şövalye modeli var mı?

Size Yunanistan’dan örnek vereyim: Yunanistan’ı inceleyiniz. Bugün Yunanistan’da din ve devlet ilişkileri ve dinin konumu nedir? 

Nedir?

Yunanistan komşumuz, aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi Batılı, Avrupalı bir ülke. Avrupa medeniyetinin kökleri olan bir ülkede din ve din adamının pozisyonunu Ortodoks Kilisesi’ni ve manastırlarının durumunu görünüz. Aynoroz Adası’na bir gidiniz. Var mı senin Aynoroz adan? 

“PUTİN, RUS ORTODOKS 
KİLİSESİ’NİN ŞÖVALYESİDİR”

Açabilir misiniz bunu?

Rusya’ya gidelim. Putin, sadece Rusya devlet başkanı mıdır yoksa Rus Ortodoks Kilisesi’nin kutsal şövalyesi midir? Soruyorum sadece. Komşumuza gidelim, İran’a… İran’da bir manevi rehber ve o manevi rehberin altında çalışan bir siyaset mekanizması var. Cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri… O cumhurbaşkanı ve siyasilerin hepsi maneviyat erbabı denilen bu seçkin gruptan yani Şura-yı Nigehban denilen bir yapıdan geliyor. Etrafımız hep kutsal. Bugün hatasıyla sevabıyla Yunanistan’da, Rusya’da, İran’da, İsrail’de yani her tarafımızda bu model var. Bir tek bizde yok. Bugün general rahip var Rus ordusunda. Etrafımızdaki ülkeler de bunu yeniden keşfetti. Rusya’da Putin, Komünist Partisi üyesiyken bu noktaya geldi şu an. Siz Putin’i ateist mi zannediyorsunuz? Yanında Aleksandr Dugin gibi bir danışmanıyla beraber Rusya İmparatorluğu’nun ruhu üzerinde çalışıyorlar. 

“ÇÖZÜM, GELENEĞE DÖNÜŞLE OLUR”

Peki, çözüm ne?

Olay gelip gelip bir yerde kilitleniyor maalesef. O da “geleneği” devirmeler… Bu açmaz çözülmediği sürece Türkiye’nin Doğu Anadolu sorunu, Türkiye’nin Kürt problemi, Türkiye’nin dinle ilgili pozisyonları her zaman sıkıntılı olacaktır. Türkiye’nin dinle ilgili pozisyonunun normalleşmesi, Türkiye’de etnisite algısının normalleşmesi “geleneğe” dönüşle olur.

Kutsallık bir problem Türkiye’de. Şu an Türkiye’deki anti-tradisyon, anti-maneviyat cepheyi ben hiçbir ülkede görmedim. Türkiye camilerinde siz maneviyat hissediyor musunuz bir Müslüman olarak? Bu çok ciddi bir sorundur. Kravatlı, takım elbiseli imam modeliyle, devlet memuru imam modeliyle siz insanların spiritüel ihtiyaçlarını karşılayamazsınız. İnsan eklemlenmek ister, insan bir üst merciye bağlanmak ister. Nuri Pakdil üstadın “Bağlanma” kitabını bu arada tavsiye ederim. Bağlanma’yı okusun herkes. İnsan bağlanmak ister ama modernist ilahiyatçı, “Niye bağlanıyorsun?” der. Kadın, kocasına bağlanmayacak. Koca, karısına bağlanmayacak. O zaman Allah’a da bağlanma, Peygambere de bağlanma. Öyle gider, şeytana kadar gider bu. Bu çok şeytani bir kafa yapısı. Bağlanmada bazı suistimaller olabilir. Her şeyde suistimal olabilir ama suistimal ihtimali var diye bağlanmayı yok sayamazsınız. Modernist ilahiyatçılar, Selefiler ve Kemalistler el birliğiyle Türkiye’nin maneviyatının köküne dinamit soktular. Zaten Türkiye’de bir ilahiyatçılar ve bir de Kemalistler pozitivisttir. Türkiye’nin maneviyatına en büyük darbedir bu. Türkiye’nin damarlarını kesmektir. Bir toplum maneviyatıyla ayakta durur. Buna siz hars deyin, ekin deyin, maneviyat deyin, ülkü deyin, referans deyin ne derseniz deyin, bunlar olmadan bir toplum ayakta duramaz. Şu an Türkiye’nin manevi damarları kesik, yok. Benim tabur imamım, ordu şeyhim vardı. Askerlik spiritüel bir olaydı. Sadece ele tüfek alarak yapılan bir şey değildi. Siz bunların kutsallığını soyutladınız. Bundan dolayı şu an Türkiye’nin en ciddi problemi kutsalın tanımlanması problemidir. Türkiye’de kutsal hâlâ bilinmiyor. Buna İslamcılar da, Müslümanım diyenler de dâhil. Anlatabiliyor muyum?

“TEKKELER AÇILMALIDIR VE EHL-İ TARİK BİR DİYANET İŞLERİ BAŞKANI OLMAK ŞARTIYLA DİYANET’E BAĞLANMALIDIR.”

Hocam materyalist bir kafa yapımız var. Görmediğimiz, duymadığımız bir şeye inanamıyoruz. Dayatılan bir yaşam tarzı var ve bu yaşam tarzında da maneviyat yok. Maneviyatı, kutsallığı tekrar idame etmek için devlet aklının da bir şeyler yapması gerekiyor. Mesela siz bir yazınızda, “Tekkeler açılmalıdır ve ehl-i tarik bir Diyanet İşleri Başkanı olmak şartıyla Diyanet’e bağlanmalıdır.” diyorsunuz. Günümüzde bunun pratik bir karşılığı var mı sizce? 

Evet, benim teklifim bu. Pratiği çok zor değil çözülür. Önce zihinlerde bir çözelim de pratiği hiç sorun değil. Osmanlı nasıl çözüyordu? “Gelenek” nasıl çözüyordu? “Gelenek”te bunların hepsi çözülmüştü. Hepsinin yeri vardı. Açarız bakarız, Meclis-i Meşayih diye bir şey var. Kuralları var, nizamnamesi var. Nasıl çözmüş gider bakarız, inceleriz oradan kopya çekeriz. Ben size Sibirya’dan veya Patagonya’dan örnek vermiyorum. Size sizden, kendi tarihinizden örnek veriyorum. Bu kadar yabancılaşma olmaz yahu… Bugün Bulgaristan kendi köklerine dönüyor. Yunanistan, Rusya kendi köklerine dönüyor. Biz de hâlâ kendi kökümüzden uzaklaşıyoruz. 

“BİR ŞEYİN GELENEK OLMASI YILLAR SÜRER”

Sizin sürekli söylediğiniz “Gelenekli düşünce ve kurumların ihyası”ndan bahsediyorsunuz galiba?

Evet, odur. Türkiye’deki en büyük problemlerden bir tanesi de “Gelenek” kavramının anlaşılmaması zaten…

Nedir gelenek?

Özellikle modernist Selefilerin en darbe vurduğu şey gelenektir. Çünkü kendilerinin bir geleneği yok. Bugün birçok kuruluşun “since …” veyahut “…’den beri” diye etiketleri vardır. “Ooo 1890’dan beri kurulmuş bir pastaneden ben alışveriş yapmam, bunlar çok ilkel şeyler!” mi diyorsunuz. Özellikle bir şeyin geleneğinin oturabilmesi için uzun yılların geçmesi ve kaç nesil tecrübe edilmesi gerekir. Bugün Amerika FDA’i yani ilaç onaylama kuruluşu, piyasaya yeni çıkan bir ilacı 5–10 yıl denedikten sonra onaylıyor. Bugün çıktı yarın sabah onayladım. Hiçbir ilaç öyle onaylanmaz. Onun için şu an nevzuhur ilahiyatçıların, “Ben Kur’an’cıyım, ben şucuyum, ben bucuyum, o Hadis yok, bu Hadis yok, üç Muhammed beş Muhammed!” gibi söylemler hiçbir şey ifade etmiyor. Bu tarz kişiler tabi ki bu görüşleri söyleyebilirler yani hiç karşı değilim. 40 sene 50 sene denenirler, bakılırlar, tecrübe edilirler, ondan sonra beğenilirse gelenek hâline gelirler. Yoksa çöpe gider. Mevlana ise hâlâ konuşuyor...

“DEVRİM DEĞİL REFORM GEREKİYOR”

Peki, siz devrimlere karşı mısınız?

Ben devrimci değilim. Devrimlerin yıktığı kanaatindeyim. Bizim tarihimizin, zihniyet haritalarımızın devrime ihtiyacı olmadığı ama reforma ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Devrim değil reform olsaydı bu sıkıntılar olmazdı diye düşünüyorum. Ama devrimci kelimesi çok cicili bicili, gençleri çok gıdıklıyor. Hatta mistik bir kelime. Mistisizmi var. İslamcıları bile gıdıklıyor. Oysaki birçok devrimcinin, o mitolojik ve mistik kahraman hâline getirilmiş devrimcilerin devrimden sonra hepsinin yerleşik hayata geçtiklerini, o mitolojiden geriye bir şey kalmadığını görürsünüz. 1917 Sovyet Sosyalist Ekim Devrimi diye bir şey kaldı mı sizce? Bütün devrimlerin önceki yapısına rücu ettiğini görmekteyiz. Yani devirdikleri bazı şeylerin, “Özür dileriz, affedersiniz, yanlış devirmişiz, bazı şeyleri geri alalım” dediklerini görüyoruz. 

Eğer devrim olmasaydı, Türkiye’de üst şemsiye olarak bir manevi kimlik muhafaza edilseydi bugün Türk insanı biri birinden parçalanmazdı. Ne olurdu? Türkiye insanının solcusu, Türkiye insanının komünisti, Türkiye insanının milliyetçisi, Türkiye insanının dindarı olurdu ama hepsi aynı imparatorluğun evlatları olarak bakarlardı. Osmanlı nüfus cüzdanında; “Millet-i Osmaniyye’denim kavm-i Türk’denim” veyahut “Millet-i Osmaniyye’denim kavm-i Ekrad’danım” yazardı. Ecdadın bu bin yıllık tarzı oturmadığı sürece Türkiye’nin bu sorunu kalıcı olarak maalesef çözülemeyecektir. “Gelenek”ten kastettiğim şey de budur. Geleneksiz bir dinden de millet anlayışından da korkulur. Geleneği olmayan İslamcıdan da korkulur. Anlatabiliyor muyum? Yoksa tarihsel olarak geriye dönelim diye bir şeyi hiç kimse iddia edemez. Geçmiş geçmiştir, ama öz, yani bin yıllık geçmiş tecrübelerden oluşan prensipler düzeyi muhafaza edilmelidir. Bursa’da 1867’den beri faaliyette olan bir kebapçıda şu yazıyordu: “Gelenek külleri saklamak değil ateşi canlı tutmaktır”. Kebapçı anlamış meseleyi bizimkiler anlamıyorlar hâlâ…

O özün bugüne uyarlanması gerekiyor…

Tabi ki… 

Yani onun için de önce bunu kabul etmek sonra da pratiğe dökmek gerekiyor. Pratikte de artık o reformları yapmak gerekiyor. Doğru mu anlıyorum?

Yalnız özü ve doktrini bilmeden pratiğe dökemezsin. Bunlara da şiddetle karşıyım. Bunların içerisine Osmanlıcı, hilafetçi, tekkeler açılsın, medreseler açılsın gibi söylemleri de dâhil ediyorum. Sen daha tekkenin ne demek olduğunu bilmiyorsun, senin elinde bence tekke açılmasa daha iyi olur. Sen Osmanlıcılık yapmasan daha iyi dediğim insanlar var mesela. Mahvettiler Osmanlı anlayışını. Her şeyden evvel doktrini iyi bileceksin. 

“MÜSLÜMANIM DEMEKLE İŞ BİTMİYOR!”

En büyük problem doktrin mi sizce?

Evet, doktrini nasıl yorumladığın çok mühim.  Maalesef artık “Müslümanım!” demekle iş bitmiyor. Hangi Müslümansın? Meşrebini de ortaya koyacaksın. Zira artık her mananın mündemiç olduğu Asr-ı Saadet’te yaşamıyoruz. Bak ben söylüyorum; hatalarımla sevaplarımla sufi İslam geleneğine mensubum. Ne kadar iyi bir sufiyim o ayrı bir şey. Benim yoğurt yiyiş tarzım, meşrebim ananevi İslam, sufi İslam’dır demek istiyorum. Bu açıdan net olmak lazım. Osmanlı’nın İslam’ı, kuruluşundan itibaren “tasavvufi İslam”dı. Sizin de net olmanız lazım. İran, “Ben resmen Şii-Caferi bir anlayışı benimsiyorum!” diyor. Katar, “Ben resmen Vahhabi’yim!” diyor. Peki, sen nesin?

"Maneviyat ocağından yetişen bir delikanlı ne olur? Civanmerd olur, Alperen olur. Bir kere model olarak sana “alp” ve “eren” olmayı öğretiyor. Yani bir tarafı “ermiş” bir tarafı “mücahid.”

"Türkiye camilerinde siz maneviyat hissediyor musunuz bir Müslüman olarak? Bu çok ciddi bir sorundur. Kravatlı, takım elbiseli imam modeliyle, devlet memuru imam modeliyle siz insanların spiritüel ihtiyaçlarını karşılayamazsınız.

Yayımlanmış Kitapları

Sûfi ve Şiir: Osmanlı Sufi Şiirinin Poetikası, İnsan Yayınları, 11. bsk. İstanbul, 2004. (Fransızca trc. Le Soufi et la poesie, L'Harmattan, Paris, 2015; Arnavutça trc. Sufiu dhe Poezia, Logos A, Üsküp, 2012.)

Evvele Yolculuk, Sufi Kitap, 4. bsk. İstanbul, 2009. (Farsça trc. Sefer Be Evvel, İntişarat-i Haqiqat, Tahran, 2011.)

Hermesler Hermesi: İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2010. (Farsça trc. İntişarat-ı Hermes, Tahran, 2015.)

Şeyh-i Ekber: İbn Arabi Düşüncesine Giriş, Sufi Kitap, 4. bsk. İstanbul, 2010. (Farsça trc. Âfaq-ı İbn Arabi, İntişarat-ı Hermes, Tahran, 2015.)

Anadolu’nun Ruhu, 3. bsk. Sufi Kitap, İstanbul, 2011. (Farsça trc. İnsan-ı Kudsi, İntişarat-ı Ittılaat, Tahran, 2012.)

Tasavvufa Giriş, Sufi Kitap, 5. bsk. İstanbul, 2012.

Hayatın Satır Araları, Sufi Kitap, 4. bsk. İstanbul, 2013.

Tasavvuf Düşüncesi, Sufi Kitap, İstanbul, 2014.

Mevlana Üzerine Konuşmalar, Sufi Kitap, İstanbul, 2014.

Sufi ve Sanat, Sufi Kitap, İstanbul, 2015.

Ayırmaya Değil Birleştirmeye Geldik, Sufi Kitap, İstanbul, 2015.

 İbnü'l-Arabi, İsam Yayınları, İstanbul, 2015.

Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar-1, Sufi Kitap, İstanbul, 2016.

Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar-2, Sufi Kitap, İstanbul, 2016.

Yarın: “SEMPATİZANLAR DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE SUÇLU DEĞİLDİRLER”