Röportaj 22.11.2019 10:00 Güncelleme: 22.11.2019 13:13

KENDİMİ ADADIM VE BAŞARDIM

Müzik dünyasında devrim yapan duayen kastanyet sanatçısı Lucero Tena, Türkiye'de ilk kez vereceği konser öncesinde YeniBirlik'le konuşup, dünya çapında nasıl büyük bir başarı elde ettiğini anlattı
KENDİMİ ADADIM VE BAŞARDIM

SEMA SEZEN

Aslında eşlik estrümanı olarak kulaklarımızda yer eden kastanyeti solo olarak konserlere çıkarmayı başaran Lucero Tena, kastanyet denildiğinde dünyada parmakla gösterilen bir diva. Tena sanata, sahneye olan aşkının hiçbir zaman azalmadığını aksine zaman geçtikçe daha da bağlandığını aktardı. Tena, usta ve yaratıcı arpist Xavier de Maistre ile Türkiye’de ilk kez 23 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Türk dinleyicisiyle buluşacak.

-Müzikle, dansla ilgili ilk anılarınız nelerdi? Müzik ve dans ailenizin, yaşamınızın bir parçası mıydı? Yeteneğinizi ilk olarak kim fark etti?

Her şey anaokulunda birinin bana bir dilim peynir ikram etmesiyle başladı, Malta humması kaptım. Doktorlar da aileme iyileşebilmem için fiziksel egzersiz yapmam gerektiğini söyledi ve böylece baleye başladım. Mexico City’deki Amerikan Okulu’na başladım, orada Monte Carlo’nun Rus balesinin baş dansçısı Nina Shestakova ile 7 yıl dans çalıştım. Yine İç Savaş’tan kaçan İspanyol bir hocam vardı, Emília Díaz, ondan da İspanyol dansları öğrendim. 11 yaşındayken Nina, babamla çok ciddi bir konuşma yaptı, klasik bale ve İspanyol dansları arasında bir seçim yapmam ve kendimi ona adamam gerekiyordu. Ve ben de İspanyol danslarını seçtim.

-Kastanyeti bir solo enstrüman olarak büyük konser salonlarına taşımayı nasıl başardınız?

Hayatımda hep önemli kararlar almam gereken anlar oldu. Sanat hayatımda 25 yılı geride bırakmıştım ve dünyanın çeşitli şehirlerinde performanslar sergilemek üzere davetler alıyordum. Daha sonra kendimi bu enstrümana adamaya karar verdim ve klasik müzik repertuvarı üzerinde çalışmaya başladım. Şanslıydım ki birçok önemli sanatçı ve şef, beni hâlihazırda tanıyordu. Bu nedenle çok destek oldular ve bana onlarla birlikte performans sergileme şansını verdiler. Böylece kastanyetlerimle büyük konser salonlarında sahne alabildim.

-Çok önemli orkestralarla ve müzisyenlerle aynı sahneyi paylaştınız, çok ünlü şeflerle çalıştınız. Kendinizi şanslı hissediyor musunuz? Ve gelecekte çalışmayı hayal ettiğiniz bir isim kaldı mı?

Elbette. Kariyerim boyunca Placido Domingo, Mstislav Rostropovich, Lorin Maazel, Andres Segovia, Zubin Metha gibi isimlerle çalışma fırsatı buldum. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Riccardo Muti ile bir şeyler yapabilmeyi çok arzu ederim.

-Klasikten modern bestelere hatta sizin için yazılmış özel eserlere uzanan geniş bir repertuvarınız var. Bu çeşitlilik ve çok yönlülük sizin müziğe bakışınızı nasıl etkiliyor?

Yaşıma rağmen hala büyük bir merak duygum var ve araştırma yapmayı, yeni şeyler keşfetmeyi çok seviyorum. Farklı müzik türlerinde enstrümanımla neler yapabileceğimi hayal etmek beni çok heyecanlandırıyor. Enstrümanımı çok seviyorum ve tüm müzik türlerine çok saygı duyuyorum. Mutlaka günde 2-3 saatimi enstrümanımla pratik yapmaya ayırıyorum.

-Genç müzisyenlere tavsiyeleriniz olur mu?

Hedeflerinden asla sapmasınlar ve asla vazgeçmesinler. Sabırlı olsunlar.

-Xavier de Maistre ile “İspanyol Serenatları” albümünü kaydettiniz ve İstanbul’daki konserde de aynı sahneyi paylaşacaksınız. Müzikal işbirliğinize dair neler söylersiniz? Onunla çalışmak nasıl?

Onunla çalıştığım ve müzik yapabildiğim için öyle mutluyum ki… Paris’teki konserlerimden birinde beni izlemişti, menajerim dünyanın en iyi arpistlerinden biri olduğunu söylemişti. O konserden bir hafta sonra benimle bir resital yapmak istediğini iletti. Birkaç toplantının ardından her iki enstrüman için de uygun olabilecek bir repertuvar hazırladık. Bu programla Avrupa, Çin ve Japonya’da çok sayıda konser verdik. Aynı zamanda Sony etiketiyle albüm olarak yayınladık. De Maistre mükemmel bir müzisyen ve aramızdaki yaş farkına rağmen muhteşem bir uyum yakaladık.

"DÜNYADAKİ SESLER ESİN KAYNAĞIM"

-Müziğe ve yaşama dair esin kaynaklarınız neler?

Hayatın kendisi, dünyadaki sesler… Bunlar bana çok ilham veriyor. Dans, görsel sanatlar ve tiyatro da beni çok besliyor.

-Başarınızın ardındaki sır ne?

Bu sorunun yanıtını inanın bilmiyorum. Sadece her gün çok çalışıyorum ve yaptığım işi çok seviyorum.

-Az önce ifade ettiğiniz gibi çok seyahat ediyorsunuz ve dünyanın farklı ülkelerinde konserler veriyorsunuz. Sizi en çok etkileyen ülke hangisi?
Dürüst olmam gerekirse Japonya her zaman beni çok etkiliyor. Başka hiçbir yerde insanların sokakta beni durdurup ellerime sarıldığını görmedim.

-Bu yoğun programınız arasında fiziksel ve ruhsal olarak yorulduğunuzda nasıl rahatlıyorsunuz?

Koltuğuma uzanıyorum ve klasik müzik kanalları izliyorum.

-Sahne öncesi özel bir ritüeliniz var mı?

Yok aslında, sadece kastanyetlerimle ısınmaya çalışıyorum.

-İstanbul konseriniz öncesinde nasıl hissediyorsunuz?

Konseri sabırsızlıkla bekliyorum. Güzel ülkenizin güzel insanları için çok keyifli bir repertuvar hazırladık. Kastanyet ve arpın sahnede İspanyol Serenatları ile buluşması müzikseverler açısından da farklı bir deneyim olacak diye düşünüyorum. Herkesi konsere bekliyoruz.

-Çok üretken bir sanatçısınız. İleride hayranlarınızı neler bekliyor?

Xavier de Maistre ile Japonya ve Çin’de vereceğimiz resitallerin ardından Barcelona Operası’nda performanslarım olacak. Yine Münih ve Luzern’de konserlerim olacak. Buenos Aires’te Falla Vida Breve’de konserlerim olacak. Yani konser ve müzik çalışmalarım hız kesmeden devam edecek.