Röportaj 10.11.2017 03:00

​İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Mısırlı Prof. Dr. Muhammed Harb: Türkiye model ülke

"Türkiye ile Mısır ilişkileri düzelmelidir. Mısır Arap dünyasının giriş kapısıdır. Mısırlı aydınların Osmanlı'ya karşı menfi tutumları vardı. Mısır'dan, İngiltere ve Fransa'ya tarih, psikoloji ve edebiyat gibi birkaç alanda doktoralarını yapmaları için bu ülkelere öğrenci gönderildi. Orada kilisenin yetiştirdiği hocalar onlara dersler verdi. Bu hocalar Osmanlı'yı nasıl anlatabilir ki? Bunlar daha sonra Mısır'a döndüler. Osmanlı'yı kötü anlattılar. Bunlar Kuveyt'te ve Suudi Arabistan'da üniversitelerine giderek aynı fikirleri oralarda da aşıladılar. Böylece Arap ülkelerinin tamamında Osmanlı'ya karşı menfi bir bakış açısı yayıldı. Ben 77 yaşında biri olarak ömrüm boyunca Türkler ile Arapların kardeş olduğunu ve Türkiye'nin çok iyi örnek ülke olduğunu anlattım. Şimdi İstanbul'dayım ve seher vaktinde Allah'a dua edip "Rabbim beni bu topraklardan hiç uzak tutma" dileğimin kabul edildiği için şükrediyorum. İstanbul'u çok seviyorum ve inşallah son nefesimi de belki de burada vereceğim."
​İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Mısırlı Prof. Dr. Muhammed Harb: Türkiye model ülke

Süleyman DOĞAN

İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Öğretim Üyesi Mısırlı Osmanlı aşığı Prof.Dr.Muhammmed Harb, 1975 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde “Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır Seferi” başlıklı doktora tezi yapmış bir bilim adamı. Muhammed Harb’i yaklaşık 30 seneden beri bilir ve takip ederim. Kendisiyle Sebahattin Zaim Üniversitesi’nde zaman zaman görüşüyorum. Harb, Türkiye’ye geldiğinde her Mısırlı gibi verilen eğitim sayesinde Osmanlı ve Türkler hakkında yanlış ve olumsuz bilgilerle donanımlıymış. Harp; “Biz İngiliz sömürgeciliği altında 80 sene kaldık. Onların yönetim şekli ve kültürleri yansıdı. Mısır’da Osmanlı demek sömürgecilik demekti. Hatta bir öğrenci bana ‘Hocam Türkiye’de kaç Müslüman var?’ diye sordu. Osmanlı hakkındaki ‘İhtilalci’, ‘İşgalci’, ‘Sömürgeci ’ ve benzeri sıfatların hepsini İngilizler koydu. Arab’ın ders kitabında İngiliz mantığının işi ne? Osmanlı Devleti ile ilgili menfi düşünceleri bertaraf etmek için bir hayli teşebbüste bulundum. Kitaplar, makaleler yazdım, konferanslar verdim, kongrelerde bulundum. 1993 yılında bağımsız bir Osmanlı Araştırmaları Merkezi de kurdum.”

Aslında kendisinin Türkiye’ye bir Osmanlı düşmanı olarak geldiğini ve Osmanlı Arşivlerini araştırdıktan ve Türkiye’de yaşadıktan sonra Mısır dâhil Osmanlı’nın Araplar için ne kadar büyük ve faydalı işler yaptığını görünce hayretler içinde kaldığını söylüyor. Harb; “Medeniyetimizin son ve mükemmel merhalesi Osmanlı merhalesidir. Osmanlı demek İslâm Medeniyetinin tekâmül ettiği son nokta demektir. Hat sanatı öyle, mimari öyle. Araplar Celi Divanî diye bir yazı bilmezlerdi. Sanatımıza Osmanlılar kazandırdı. Peygamberimizin Mescidinin minberi bir ağaçtı. Emeviler, Memluküler zamanında gelişti. Ama Osmanlılar zamanında hem gelişti hem de zarafet, estetik kazandı. Mesela Kahire’deki Sultan Berkük Camii ile Edirne’deki Selimiye arasında büyük fark vardır. Selimiye bir sanat şahikasıdır. Hatta bizim merkezimizin sembolü, amblemi Selimiye Camii’dir. Merkezimizin isminin yazılışı da Divanî Celi’dir.”

Muhammed Harb, Sebahattin Zaim Üniversitesi’ndeki odasında Necip Fazıl’ın kendisine Osmanlıca bir yazıyla “Muhammed Harb bütün kitaplarımı tercüme edebilir” diye izin vermiş. Harb, Necip Fazıl’ın “Bir Adam Yaratmak”  eserine tercüme etmiş ve Mısır Kültür Bakanlığı da basmış. Harb, Necip Fazıl’ın, “İdeolocya Örgüsü” kitabının şark dünyasının en önemli fikir kitaplarından bir olduğunu söylüyor. Harb, Türk ve Arapları birbirine düşürmek için kasıtlı olarak düşmanlıkların körüklendiğini ve bu olumsuz durumu bertaraf etmek için akademisyenler dâhil tüm aydınların el ele vermeleri gerektiğinin altını çiziyor. Türk ve Arapların bir ve birlikte olmaları için ömrünün sonuna kadar çalışacağını söylüyor. Prof.Dr.Muhammed Harb ile yaptığım bu ilginç söyleşi ile siz aziz okurları baş başa bırakıyorum.

Değerli hocam öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?

1941 yılında Mısır Kahire’nin Hilvan semtinde dünyaya geldim. Kahire’de Ayn Şems Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girdim. Orada Doğu diller bölümüne geçtim. Ve Türkçe şubesine girdim.1962 yılında mezun oldum. Asistanlık yaptım. Kahire Üniversitesinde, “Türkiye’deki cereyan eden edebi fikirler” konulu yüksek lisansı tamamladım.

Demek ki Türkiye’ye karşı ilginiz üniversitesi yıllarına dayanıyor değil mi?

Evet. 1973 senesinde İstanbul’a geldim. İstanbul Edebiyat Fakültesine Yeni Çağ Tarihi bölümünden mezun oldum. Hocalarım Prof.Dr. Şahabettin Tekindağ ve Prof.Dr.Nihat Çetin’dir.1980 senesinde tarih doktoru oldum. Sonra Mısır’a döndüm. Ayn Şems Üniversitesinde çalışmaya devam ettim. Bir kaç sene sonra Suudi Arabistan’a gittim.Ve Ürdün Mute Üniversitesinde iki sene kaldım. Buradan Bahreyn Üniversitesine geçtim. Orada da 10 sene kaldım. Daha sonra İstanbul’da bulunan Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Danışmanlığı ve Osmanlı tarihi hocası olarak tayinim çıktı. O zamanki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Bey, bana ve çocuklarıma istisnai Türk vatandaşlığı bahşettiler.

Tebrik ederim hocam, siz Türkiye üzerine bir çok çalışmalara imza attınız ve bu vatandaşlığı çoktan hak ettiniz?

Sebebi ise Arap dünyasında ve Arapça dilinde ilk Osmanlı tarihini bihakkın ve Osmanlıların faziletlerini medeniyetlerini ilmi bir şekilde anlattım. Bu meselenin ehemmiyeti şu şekilde benden önceki kitaplarda iyi bir fikir yoktu. Hepsi İngiliz tesirinde idi. Mısır’da ve Arap dünyasında Osmanlı kitaplarını okuyorlardı. Şimdiye kadar yazmış olduğum kitap ve makale sayısı  44 adettir. En son kitabım “Devlet Nizamına karşı Osmanlı münevverlerin durumu” ismini taşıyor. Geçen ay Kahire’de neşredildi. Şimdi ise Mehmet Zihni’nin Meşahirunnisa kitabını Arapçaya tercüme edilip Kuveyt’te basılacak. İnşallah kitap aralık ayında okuyucularla buluşacak.

Osmanlı’yı daha önce nasıl biliyordunuz, ne zaman ve ne şekilde bilgi edindiniz?

Osmanlı’yı iyi bilmiyordum. Benim için iki kaynak vardı. Birincisi (Allah rahmet esin) babam İkinci Abdulhamid Han’ı zikrederken halifemiz diye söylerdi. İkinci kaynak ise Ayn Şems Üniversitesinde Türk olan hocalarımız Osmanlı’yı bize başka türlü anlatıyorlardı. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin oğlu İbrahim Bey ise biz Mehmet Akifi’i anlatıyordu. Bize gerçek Osmanlı tarihini anlattı. Yine eski Malatya Milletvekili İsmail Hakkı Şengüler Mısır’da bize Türkçe dersi veriyor ve açıkça Cumhuriyet tarihini anlatıyordu.

Türkiye’ye son gelişiniz ve şu andaki görevi alışınız nasıl oldu?

Çok enteresan bir gelişme oldu. Kahire’de Ayn Şemş Üniversitesinde hocalık yapıyordum. 60 yaştan sonra Ürdün’de, Suudi Arabistan’daki Medine Üniversitesi’nde ve Bahreyn Üniversitesi’nde 10 sene kaldım. Sonra Türkiye’ye geldim. Sabahattin Zaim Bey bir zamanlar öğrencim idi. Arapça derslerini kendisine verdim ve daha sonra kendisini Bahreyn’e götürdüm. Oradaki toplantılara beraber iştirak ettik ve tanıştırdım. O zaman Erbakan Hocanın yanında idi ve Erbakan hocanın iktisadi projelerini anlattı. Araplar hayran oldu. Bence Arap milleti bu meseleden dolayı Sabahattin Bey kardeşimizi sevdiler. Ve Sabahattin Zaim Üniversitesine tayin olduğumda mütevelli heyeti ile görüştüm. Çok güzel sohbetimiz oldu. Bazıları beni ismen tanıyorlardı. Ve böylece Osman Nuri Topbaş’ın Hoca’nın babası Musa Topbaş Hocaefendi beni sevdiği için ziyaret etti. Ve bana sen Osmanlı tarihinde kavi olacaksın dedi bu bana dua oldu. İşte böyle bir serüvenin ardından kendimi hamdolsun İstanbul’da buldum.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Bey ile tanışıklığınız nasıl?

Bir gün Kırıkkale Milletvekili Turan Kıratlı Bey beni alıp beraber İstanbul Büyükşehir Belediyesine gittik. Tayyip Erdoğan Bey’le tanıştırdı. Tayyip Bey çok memnun oldu. O zaman Turan Bey dedi ki Necip Fazıl beyin mütercimi dedi ve çok sevindi. O zaman Arapça olarak ilk Necip Bey’in bir adam yaratmak piyesi ve bir çok şiirini Arapçaya tercüman ediyordum. Tayyip beyde Necip Fazıl Bey ile alakalı bu çalışmaları duyunca çok sevindi. Anladım ki Tayyip bey Necip beyi çok seviyordu.

Türkiye’de S.Zaim üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyorsunuz, neler yapıyorsunuz, lisansüstü tezlerde hangi konuları çalıştırıyorsunuz?

Sabahattin Zaim Üniversitesinde İslami ekonomi bölümünde lisansüstü ve doktara bölümünde hem ders veriyorum. Hem master hem de doktora talebelerine yönetmenlik yapıyorum. Bilhassa tarih ve vakıflar üzerinde çalışıyor ve çalıştırıyorum.

Türkiye’de doktora yaptınız 1970’lı yıllar sizde ne gibi izler bıraktı?

O zamanki hatıralarımdan bir parçası Türk milletini çok sevdim o zamanki arkadaşlarımın bazıları şu anda devletin yüksek mevkilerinde çalıştılar ve çalışıyorlar. Hem de o zamanki bütün dini tasavvufi cemaatlerle tanıştım. Bu vesile ile Türk tasavvufu hakkında. Çok iyi fikir edindim. Neden bunu söylüyorum çünkü Mısır’da tasavvufa bağlı cemaatler tasavvufu anlamadıkları için beğenmiyordum. Yani Türkiye’de tasavvuf yüce ve ayrı bi şey olduğu için tasavvufu sevdim de yaşadım o zaman büyük tasavvuf simalarından bazıları ile iyi münasebetlerimiz oldu. Musa Topbaş Efendi beni o kadar sevdiki ben talebe iken Erenköy’de oturuyordum. Benim evimi ziyaret etti benim için tarihi bir ziyaret oldu o zaman gençtik. Osman Nuri Topbaş Efendi ve İstanbul  Müftüsü İsmail Hakkı Şengüler, Malatya eski milletvekili idi. Süleyman Bağlan, Prof.Dr.Ahmet Turan Arslan ve çok çok arkadaşlarla samimi olduk. Okuldan çıktından sonra İskender Paşa Camiye giderdim namaz kılardım. Mehmet Zait Kotku Hocaefendi ile çok iyi tanıştırdık. Oraya gittiğimde her defasında Kotku Hocaefendi illa kendisi ile yemek yiyelim der ve yemek yerdik. Mehmet Kotku Efendi vesilesi ile Erbakan Hoca ve bakanları ile tanıştım.Ve Allah rahmet eylesin Erbakan hoca bana çok iltifat etti. Kendisiyle aramızda büyük bir sevgi ve saygı vardı.

Türkiye’nin dün ile bugününü nasıl görüyorsunuz?

Kıyas edilmez bir şey bu. Geçmişte  Türkiye normal bir devletti. Şimdiki Türkiye dev bir devlet haline geldi. 45 yıl öncesi geldiğim Türkiye Arap ülkelerine göre büyük bir çağ atlatmış. 

Mısır’da Osmanlı Merkezi

Mısır’da kurduğunuz Osmanlı Araştırmaları Merkezi’nde neler yaptınız?

Üniversitelerde Osmanlı Tarihi okuyanlar çok azdı. Eski Türkiye’de (AK Parti iktidara gelmeden önce) Arap dünyasında Osmanlı yanlış tanınıyordu. Tabi ben gazetelerde ve en önemli dergilerde Osmanlı’yla ilgili yazılar yazıyordum. Sonra Sultan Abdülhamid’in hatıratını Arapçaya tercüme ettim. Hocam Abdürrahim Mustafa, bu hatıratın düşünce dünyasında bir inkılap olduğunu söyledi. Sonra baktım ki Uluslararası İslam Birliği bu kitabı neşretti. Bu kitaptan üç bin nüsha basıldı. Tabi güzel bir baskı olmasını istiyordum. Kendilerinden telif ücreti de istemedim. O zaman Mısır’da bir kitabın üç bin basılması çok büyük bir şeydi. Bu kitaptan otuz bin adet basıldı. Çünkü Avrupa’daki bütün İslam merkezleri bu kitabı istemişlerdi. Hala birçok kişi Muhammed Harb deyince Sultan Abdülhamid’in hatıratını çeviren kişi olarak beni tanımaktadırlar. Fehmi Hüveydi bana dedi ki kardeşim, sen Osmanlı-Türk meselelerini anlatmak istiyorsun ama bu sadece tarihle olmaz. Evet! İnsanlar tarih okuyorlar ama edebiyat yoluyla bunu yaparsan fevkalade bir tesirde bulunmuş olursun. Nitekim öyle de oldu. İlk olarak Cengiz Dağcı’nın “Korkunç Yıllar” romanı üzerine bir makale yazdım. Sonra bu kitabı tercüme ettim. Bu eser Kırım Müslümanları hakkında gerçekçi bir romandır. Makale ise Cengiz Dağcı ve Kırım’daki Müslümanların Ümitleri” adıyla el-Arabi dergisinde yayınlandı. Makale dergi tarafından beğenildi hatta Iraklı komünistlerden bile sitayişlerini içeren mektuplar geldi.

Necip Fazlı ile tanışma 

“Ben İstanbul’a geldiğimde Erenköy’de oturuyordum. Necip Bey ile komşuyduk. Ben Mısır’da asistan iken Necip Fazıl’ın kitaplarından derslerimde okutuyordum. Hayalimde Necip Fazıl hakkında tez yapmak istiyordum. Ahmetüssaid Süleyman Hoca bana dedi ki Necip Fazıl diye bir isim duymadım. Onun için onun hakkında tez çalışması yapamazsın dedi. Türkiye’ye geldiğimde Erenköy’e gittim. Zihnipaşa Camisinin önünde otururken şu adam Necip Fazıl’dır, dediler. Hemen yanına gittim ve “Selamünaleyküm” dedim. Bana hiç cevap vermedi. Çok üzüldüm. Sonra İlahiyat Fakültesi dekanı Salih Tuğ Bey Necip Fazıl Bey’e eserlerini Arapçaya çevrilip Kuveyt dergilerinde neşrediliyor  diye söylemiş. Çok sevinmiş ve beni tanımak istediğini söylemiş. Yanına gittim. Bana dedi ki, “Arapları seviyorum ve istiyorum ki Araplar beni okusun. Benim eserlerimi Araplara tanıttığım için sana karşı çok minnettarım” dedi. Kitaplarının tercüme etmem için Necip Bey bana vekaletname verdi. Osmanlıcı olarak da bana vekaletname verdiğine dair bir yazı da verdi şimdi ben onu odamda saklıyorum.”

“Türkiye ile Mısır ilişkileri düzeltilmeli!”

Mısır, Türkiye için çok büyük bir pazardı. Mısır’da Türkiye’den çok istifade edebilecek bir ülkedir. Şimdi umut ediyorum ki yakında ikili ilişkilerdeki pürüzler aradan kalkar ve ilişkilerimiz eski seviyesine ulaşır. İki ülkenin birbirine ihtiyacı var.

Türkiye’de sizin çalışmalarınızla ilgili ne gibi faaliyetler yapıldı?

2012’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi benim için bir panel yaptı. Panelin adı ise “Türk dostu Muhammed Harb’e vefa” idi. Paneldeki tebliğler bir kitap haline neşredilmiş. Sonra baktım ki bazı kitaplarım Türkçeye çevirildi. En sonda gazeteci ve yazar Mustafa Özcan tarafından tercüme edilmiş ve Kökler Derneği yayınları tarafından neşredilen kitabımın ismi ise “Osmanlı Aydını ve Yönetim Sistemi” şeklinde olmuş. Buna ben çok sevindim.