Röportaj 29.12.2020 08:20 Güncelleme: 29.12.2020 08:28

İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu: Aşı elimizdeki tek silah

"Aşıyı sadece ben olmayacağım, 83 yaşında ve 88 yaşında anne babam var, onlara da yaptıracağım. Ben herkesin aşı olması taraftarıyım, elimizdeki tek silah o."
İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu: Aşı elimizdeki tek silah

Neşe BERBER

2020 yılı yıllarca konuşacağımız bir yıl olarak tarihe geçti. 2020 yılına geldiğimizde tüm dünya ekonomi ve siyaseti bir kenara bıraktırarak yepyeni bir sorunla yani pandemi gibi büyük bir sağlık sorunu ile uğraşmaya başladı. Çin’in Wuhan kentinde başlayan koronavirüs salgını tüm dünyayı etkisi altına aldı. Bir salgın hastalıkla mücadele sürecinin çok boyutlu etkileri oldu. Sağlıktan eğitime, ekonomiden psikolojiye kadar her alanda sonuçları olan bir süreç yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Salgının başından bu yana Türkiye sağlık alanında süreci çok büyük başarıyla yönetti. Koronavirüs Mart-Haziran arası bize uzakken şimdi neredeyse tanıdığımız 10 insandan birinde görmeye başladık. Herkes virüs nedeniyle büyük bir korku yaşıyor. Acaba bana da virüs bulaşır ölür müyüm diye? Herkesin kaygısı bu. Ben de kendimi korumaya çalışırken çok yakın zamanda koronavirüse yakalandım. Hastalık sürecinde yaşadıklarım gerçekten hiç de kolay değildi. Öncelikle herkes farklı bir şey söylüyordu. Kafam ilk defa tanıştığım bu virüs ile başıma neler gelecek diye merakla doluydu. Ses kısıklığı, vücut ağrıları ile geçirdiğim iki günün ardından TBMM Hastanesinde test yaptırdım ve iki saat sonra başhekim Dr. Hüseyin Arslan’ın telefonu ile pozitif olduğumu öğrendim. Çok hızlı filyasyon ekibi kapıda belirdi. İlaçları getirip, nasıl kullanacağımı söylediler. Ertesi günü sabah şiddetli baş ağrısı, mide bulantısı ve kusma başlayınca hastane sürecim başladı. Herkeste farklı seyreden bir virüsle karşı karşıyayız. 14 günlük karantina sürecinden sonra hastalık bitti. Ama doktorlarımın söylediği bu virüs en erken toparlanma süresi 1 ay, tam iyileştim demek için 6 ay gibi bir sürece ihtiyaç olduğu. Bu hastalık sonrası İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu ile uzunca bir sohbet yaptım. Sizin merak ettiğiniz her şeyi sordum. İstanbul’da virüs ne durumda, virüse yakalanırsak ne olur, Favipavir isimli ilacı içmeli miyiz, aşı olmalı mıyız, sokağa çıkma yasakları hastanelere nasıl yansıdı ve en önemlisi insanların kaygı ve korkularını sordum, İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu da cevapladı.

Siz de aşı olacak mısınız?

Sadece ben olmayacağım, 83 yaşında ve 88 yaşında anne babam var, onlara da yaptıracağım. Ben herkesin aşı olması taraftarıyım, elimizdeki tek silah o. İnaktif aşının yani Çin'den gelen aşının güvenilirlik konusunda sakıncası olmadığının da bilinmesini isterim. Şöyle bir algı olmasın tabii ki mRNA dediğimiz Alman ve Amerikan aşıları da gelecek, öyle bir tercih olacak. Gelecek aşı, sanki riskli kullanılamayacak bir aşıymış gibi bir algı oluşturuluyor, buna insanlar inanmasınlar. İnaktif aşıları zaten kullanıyoruz. Aşı sistemimizde halihazırda 13 tane hastalığa karşı aşılama yapıyoruz yıllardır. Bunların bir kısmı inaktif aşılar kuduz aşısı, hepatit b aşısı vs. Şimdi aşıyı neden Çin'den alıyoruz? O tartışma da var şunu ifade edeyim ki, özellikle korona ile ilgili, koronavirüsler biliyorsunuz SARS ile başladı, sonrasında MERS ile devam etti, zaten Çinliler bu konuda bir çalışma içindeydi, Ruslar da keza öyle. Laboratuvarları buna göre dizayn edilmiş koronavirüs türlerine karşı aşı çalışmalarını yaklaşık on senedir sürdüren bir ülkeden bahsediyoruz.

Aşının tehlikeli olduğu yönündeki söylemler var. Türkiye Cumhuriyeti bu aşıyı sağlık çalışanlarına ilk olarak tehlikesi olsa, yapar mıydı?

Bahsedilen aşı inaktif aşı. Bu aşı büyük ihtimalle önümüzdeki hafta içinde gelecek, yaklaşık on onbeş gün bizim Hıfzıssıhha da dediğimiz Halk Sağlığı ve İlaç Ecza Kurumunda bu aşılar incelenecek. İnaktif aşı olduğu için bunlarla ilgili insanların tedirgin olmasına gerek yok. Faz 1 ve Faz 2 çalışmasında zaten komplikasyon olmamış. Faz 1 ve Faz 2 çalışması şu demek esasında; aşı yapıldığı zaman ilk sırada komplikasyonlarına bakıyorlar, sonrasında da vücut aşıyı fark edip koruma hücrelerini arttırıyor mu bir de buna bakıyorlar. Faz 3 çalışmasında da aşıyı yaptıranlar ne kadar hastalanıyor, yaptırmayanlar ne kadar hastalanıyor bunun farkını bulup, aşının hastalık karşısında koruma anlamında değil, hastalığı geçirip geçirmeme anlamındaki sayısal çalışması yapılıyor. Faz 1 ve Faz 2 çalışmaları tamamlandığı için vücutta koruma hücrelerini aktif edip, koruma sistemlerini aktive ettiği ispatlandı bu aşılarla ilgili ve komplikasyon dediğimiz yan etkileri ile ilgili de sorun olmadığı gözüktü. Şimdi Faz 3 aşı çalışması sürüyor; bu da örnek olarak on kişiye aşı, on kişiye de aşıymış gibi serum yapılıyor, hangi grup hastalığı daha çok oranda geçiriyor ona bakılıyor. Bu da herhalde Brezilya ve Türkiye'de çalışılıyor. Bununla ilgili sonuçlar çıkacak ama şunu ifade etmek istiyorum; bu aşıyı yaptırmamızda hiçbir zarar yok, bu söyleniyor, aşıdan başka da elimizde silah yok bunun bilinmesini istiyorum. Bu şu duruma benziyor, okyanusa düşmüşsünüz, çırpınıyorsunuz, aç ve korunmasızsınız karşıdan bir sandal geliyor ona bineyim mi binmeyeyim mi bunu düşünüyorsunuz. Başka çaremiz yok.

Kovid hastası olanlar ilaçları kullanmak konusunda kararsız kalıyor çoğunlukla. Bu konuda ne söylersiniz?

Bu hastalığın erken dönemdeki ilaçları belli. Favipiravir önce Japonların lisans aldığı ama daha sonra Çinlilere devir ettiği bir ilaç. Bu ilaç Mart sonunda Türkiye'ye getirildi, Sayın Cumhurbaşkanımız Çin Cumhurbaşkanı ile irtibata geçti ve bu ilacı getirildi. Biz bu ilacı insanlara ücretsiz dağıttık. Nisan başından itibaren hastalığın erken fazında yani daha kişide hastalığın semptomları olduğu anda ilacını evine götürdük. Gerçekten hem ölüm oranında hem yatan hasta anlamında büyük bir başarı sağlandı. İlacı erken fazda kullandığınız anda hastalık seyri kolaylaşıyor ve yoğun bakıma gitme oranı düşüyor. İlacın sekizer tane alınması bazı insanlarda bu kadar ilacı kullanmalı mıyım tedirginliği oluşturuyor. Bunun sebebi şu, bu ilaçlar daha önce virüslere etkin olduğu için özellikle Ebola ve önceki korona tiplerine yönelik yapıldığı için bunların kaşeleri maalesef bu şekilde yapılmış ve bu şekilde formülize edilmiş. Şu anki kovid hastalığında etkin olabilmesi için verildiği dozda kullanılması gerekiyor. Özellikle Favipiravir adlı antiviral ilaç erken safhada çok önemli, Dünya Sağlık Örgütünün de bunun faydası olduğu yönünde kanaati ve dünyada da yapılan yayınlar var. Filyasyon ekiplerimiz ilacı eve getiriyorlar, ancak maalesef ilaç kullanmayan insanlarımız var. Favipiravir ve aşı konusunda insanların, duyduklarına değil, gerçekten bilimsel ortamlardaki sonuçlara göre hareket etmelerinde fayda var. O kadar çok tartışma ve bununla ilgili medyada TV’lerde konuşan o kadar insan var ki, bilen bilmeyen herkes konuşuyor. Bu sefer maalesef ve toplumda kafa karışıklığı oluyor. Aşı ve ilaç konusunda insanlar lütfen kendilerini geri çekmesinler bu salgınla mücadelede çok önemli ve bu konudaki farklı söylemlerle hareket eden insanları dikkate almasınlar.

Halk kovid olur muyum, endişesini çok yaşıyor, bu konuda sizlerin ağzından çıkacak her kelime çok önemli, toplumu bilinçlendirmek açısından. Bu konuda neler söylersiniz?

Bu hastalık bazı şeyleri hepimize fark ettirdi. Mikrop dediğimiz Allah'ın yarattığı bir mikroorganizma zengini fakiri herkesi bir kefeye koydu. Herkesin eşit olduğunu hatırlattı. İnsanlarda birbirinin kıymetini anlama, hayatın değerini anlama konusunda farkındalık oluşturdu. Bundan ders çıkartmamız lazım. Bedenini sağlıklı tutan, bunun kendisine emanet olarak verildiğini bilerek yaşayanlar, bedenine iyi bakanlar hastalığı daha az şiddetli geçiriyor bunun bilinmesini isterim. Hastalıktan çok korkan arkadaşlarımız var ama bedeninize iyi bakıyor ve iyi besleniyorsanız, bağımlılığınız yoksa sigara, alkol kullanmıyorsanız, spor yapıyor yediklerinize dikkat ediyorsanız, kilonuz normal, tansiyonunuz normalse bu hastalık çok fazla etki etmiyor. Bize bedenimize iyi bakmamız gerektiği dersini de verdi. Bunun haricinde birlikte hareket etmeyi de hatırlattı. Bu öğretilerin kalıcı olmasını dilerim. Ben bu ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum, o kadar müthiş işler yapıldı ki, Avrupa’daki arkadaşlarımla konuşuyoruz devletimiz her türlü desteği bizlere sağladı. Mücadele ile ilgili her türlü şartları sağladıkları için de devlet büyüklerimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza minnettarız. Bizim bilim insanlarına değer verip, iyi insanlar yetiştirmemiz lazım. Sadece sağlık hizmeti sunumunda değil, sağlık teknolojisi ve bilimin geliştirilmesi anlamında da dünyanın en iyi ülkelerinden biri olacağız inşallah. Çalışmaya devam eder, birbirimizi anlar ve birlik içinde hareket edersek her şeyin üstesinden gelebiliriz.

İstanbul'da Mart'tan bugüne kadar yaşanan süreci, bu hastalık sürecini, pandemi sürecini biraz bize anlatır mısınız?

Mart diye düşünülüyor ama esasen Aralık ayında Çin ilk Kovid 19 vakasını açıkladıktan sonra, biz Ocak ayından itibaren hastalık ülkemize de gelir tedirginliği ile planlama yapmaya ve önlemleri almaya çalıştık. Ocak ayının sonundan itibaren de yurtdışından gelecek insanlara havaalanlarında ve sınır kapılarında özellikle İstanbul Sağlık Müdürlüğü olarak, iki tane büyük havaalanında yurt dışından gelenlerle ilgili işlemlerle işe başladık, böylece mücadeleye başladık. Salgın süreci zor bir süreç, dünyanın yüzyılda bir yaşadığı bir süreç. İstanbul'da, Türkiye'nin en büyük şehrinde de bu salgın süreci Mart'ın 11'inde ilk vaka çıktığından beri devam ediyor. Zor bir mücadele ama bu mücadelede en önemlisi sadece biz sağlıkçıların değil, bütün toplumun tüm kurumlarıyla beraber mücadelesi ile başarılı olabilecek bir mücadele aslında. Bu arada şimdiye kadar Türk toplumu olarak, bizler de çok iyi mücadele veriyoruz. İnşallah bu mücadelenin sonucunda da bu virüsü ve salgını ülkemizden def edip, başarılı bir süreci tamamlamış oluruz. Mart ayı ve özellikle Nisan aylarında çok büyük miktarda bir hasta birikimi oldu İstanbul'da hem yatan hastalarda hem yoğun bakım hastalarımızda da o gün için pek bilgi sahibi olunmayan bu hastalıkla ilgili etkin bir mücadele sergilendi. Toplumumuzun da bu sürece büyük katkısı oldu. Farkındalık ve hep birlikte hareket edebilen bir yapı ile salgınla mücadele ettik. Bizim toplumumuzun bence en önemli özelliklerinden bir tanesi zor durumlarda ve kriz durumlarında bir araya çabuk gelip, mücadeleyi çabuk sürdürmek. Sonrasında Temmuz ayından itibaren havaların sıcak olması, salgının biraz minimize olması ile İstanbul’da biraz daha rahatladık açıkçası. Bununla birlikte, biraz toplum bu durumu, hastalığın nasılsa azaldığını öngörerek rahat hareket etmeye başladı, sadece biz de değil aslında bütün Avrupa ve Amerika bu konuda rahat bir dönem yaşadı. Ta ki ne zamana kadar? Eylül ayının ikinci haftasına kadar. Eylül'ün ikinci haftasından itibaren hem Amerika'da hem Avrupa'da olduğu gibi ülkemizde de sayılar yavaş yavaş artmaya başladı. Özellikle Ekim ayının ilk haftasının sonundan itibaren de pozitif vakalarda ciddi bir artış oldu. Havaların soğuması, çevremizdeki ülkelerdeki ve şehirlerdeki yükselişlere paralel olarak, İstanbul'da da vaka sayılarımız artmaya başladı. İzinden dönenler, tatilin bitmesi, havaların soğuması, insanların kapalı ortamlara girmesi ve bence en önemlisi toplumdaki bu salgın ile ilgili farkındalığın azalması ve hastalığın ciddiyeti ile ilgili bazı tereddütler, kurallara uyumsuzluk maalesef artışa neden oldu. Kasım ayında, gerçekten zor bir ay geçti bizim açımızdan. Kasım ayı hem vaka sayımızda hem yatan hasta sayılarımızda, hem yoğun bakım hastalarımızda ciddi bir yükselişle seyretti. Burada tabii çok büyük bir mücadele verildi. Belki bunu çok iyi yansıtamıyoruz kamuoyuna ama İstanbul'daki 185 bin sağlık çalışanı emin olun ki gece gündüzü salgınla mücadeleyle geçirdi. Ve Kasım ayı sonunda kısıtlamaların da yardımıyla ve farkındalığın artmasıyla Kasım ayının son haftasından itibaren pozitif vakalarda bir düşüş meydana geldi, bu düşüş bir hafta on gün sonra da yatan hastaya yansıdı. Aralık ayının ilk haftasından itibaren de yatan hastalarda dengeyi sağladık. Bu denge nedir? Yatan hastadan çok taburcu edilen hasta sayısı arttı, böylece salgın yatan hasta bazında kontrol edilebilir hale geldi. Zaten Kasım ayı sonundan itibaren de pozitif vaka oranımız düştüğü için yatan hastamıza bir hafta on gün sonra bu yansıdı. Aralık ayı ilk haftasında da yoğun bakım yataklarımızda bir dengeye ulaştık. Yani giren ve çıkan hasta dengesine ulaştık. Şu anda hem yatan hastalarımızda olsun hem yoğun bakım hastalarımızda olsun pikten aşağı inmeye başladık çok şükür İstanbul için bir sıkıntımız yok.

Hafta sonu sokağa çıkma yasağı ve akşamları da dokuzdan sonra da yasaklar başladığından beri bunun olumlu yansımasını gördük, diyebilir miyiz?

Tabii ki gördük, zaten ilk kısıtlamada da çok büyük bir farkındalık oluştu. Bizim salgınla mücadeledeki en büyük gücümüz; toplumun kurallara, izolasyona, maske, mesafeye uyması ve toplumun salgınla ilgili farkındalığının olup, kendisini koruması. Kısıtlamalarla beraber insanlar şunu fark ettiler ki; biz yeniden ciddi boyutta bir hastalıkla karşı karşıya olduk, çünkü Mart, Nisan’a göre üç dört kat fazla pozitif vakalarımız oldu, biz bunu anlatmakta bazen güçlük de çektik maalesef. Kısıtlamalarla beraber toplumun, hastalığın ikinci kez ciddiyetiyle karşılaştığını anlamasında ve yeniden uyum göstermesinden olumlu etkisi oldu. Özellikle hafta sonu kapanmayla birlikte salgınla mücadeledeki başarımız arttı. Yani esasen kısıtlarla birlikte toplumun farkındalığı ve uyumu önemli. Dünyada şu var, bilimsel olarak çalışmalar, özellikle Avusturya'da yapılan çalışma şunu göstermiş ki; kovid ile ilgili iletişim ve toplumun uyumu çok önemli. İletişimi toplumla iyi kurabilir ve bunu topluma iyi anlatabilirsek, üstesinden çok rahat bir şekilde gelinebilecek bir salgın hastalık. Toplumla birlikte hareket edebilmek önemli. Gözlemlediğim şöyle bir şey var; bizde birbirimizi eleştirmek çok kolay geliyor, herkes birbirini eleştiriyor. Esas salgınla mücadelenin başarısı birbirimizi anlayabilmektir, eğer biz empati kurar, birbirimiz anlarsak buna Türkçemizde diğergamlık diyoruz yani başkasını anlamak, diğerinin üzüntüsünü, sıkıntısını hissedebilmek ve bunu toplumla birlikte paylaşabilirsek başarılı oluruz. Yani biz başkasının derdi ile dertlenen bir toplum olduğumuz sürece salgınlarla, krizlerle mücadelemiz başarılı olur. Yoksa birbirimizi suçlayarak, birbirimizle empati kurmazsak bu mücadelenin başarılı olma şansı olmaz. Herkesin ben bu salgınla mücadele için ne yaptım nasıl destek oldum demesi lazım. Benim yoğun bakımdaki anestezi doktorumun, hemşiremin sekiz on saat o kıyafetlerin ekipmanların içindeki terlemiş vaziyette usanmadan kovid ile mücadelesini benim topluma anlatabilmem lazım, toplumun da o insanları anlaması lazım ki ne kadar zorluklarla mücadele edildiğini hissedebilsinler. Diğer yandan bir de toplumun günübirlik yaşayıp da o gün gitmezse ekmeğini alamayacak insanları da anlamamız lazım. Yöneticiler olarak her iki tarafı da anlamamız ve anlatmamız lazım. Ben bazen bir şey söylüyorum, maske takmayan insanları bir günlüğüne bizim yoğun bakım servislerine getirsek göstersek, bırakın maske takmadan sokağa çıkmayı, odalarından çıkmazlar. Bunu da insanlara anlatabilmemiz lazım. Bizim insanları suçlamadan, korkutmadan tedbiri ve bu empatiyi kurmalarını sağlamamız lazım. Bizim toplumumuzun kurallara uyacağına inanan birisiyim, eğer uymuyorlarsa bu bizim onlara yeteri kadar bu işi anlatamamamızdan kaynaklanır. Bunu sadece sağlık için demiyorum, her konu için empati kurmamız, anlamaya çalışmamız, ben ne katkı sağladım dememiz ve toplumu eğitmemiz lazım. Yasaklar tabii ki etkin oluyor, cezalar da olacaktır ama önemli olan, iletişimle bu toplumun cezasız ve yasaksız bir şekilde salgınla mücadelesini sürdürebilir hale getirmektir. Türkiye dünyanın en iyi sağlık alt yapılarından birine ve sağlık insan gücüne sahip ülkelerden bir tanesi. Sağlık ile ilgili şu anda büyük bir seferberlik halinde savaşıyoruz, bu bir savaş hali şu anda sağlıkçılar için ve çok özveri ile mücadeleyi yapıyorlar. Ailesinden çocuğundan, annesinden ayrı olarak insanlara nasıl şifa verebilirim çabası içerisinde herkes. Sağlık çalışanlarımız müthiş işler yapıyorlar, birçok kahramanımız var. Filyasyon ekiplerinden, yoğun bakım çalışanlarımıza, tüm hekim ve hemşerilerimize, 112 sistemimizden, çağrıdaki insanlarımıza kadar, laboratuvarından, temizlik görevlisine kadar hepsi gerçekten müthiş işler yaptılar. Bunlar hayal edilebilir şeyler değil, bunları topluma anlatmak bizim görevimiz. Bu insanların bir kısmı hastalanıyor, hastalandıktan sonra bile nasıl çalışırım, nasıl bir an önce görevime dönerim diye düşünüyorlar, ben toplumun da bunu anladığına inanıyorum. Bizler salgınla mücadelede ön safhalarda olan sağlık çalışanlarının gerçekten desteklenmesini bekliyoruz ve destekleneceklerine inanıyoruz. Şunu bilin ki; bunun karşılığı kesinlikle ödenmez. Bu sadece bir iş değil sağlıkçılar için, bu sadece bir meslek değil ciddi özverili bir sanat yapıyorlar. İnsanı sevmeyen, toplumu sevmeyen bir sağlıkçı olamaz, hizmet de veremez. Hem bir sağlık çalışanı olarak hem de sağlık yöneticisi olarak her bir arkadaşıma, sağlıkçılarımıza müthiş derecede minnet duyuyorum ve hepsinden Allah razı olsun diyorum. Bunu kendi adıma da toplum adına da söylüyorum. Çok uzun bir mücadele ta Ocak'ta başladı tabii ki bazı sıkıntılarımız oluyor. Zor şartlarda, zor durumlarda çok uzun süredir bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Toplumun büyük çoğunluğu destekliyor, mülki idare ve özel sektör elinden geleni yapmak için çaba sarf ediyor. Negatifliklere bakmadan pozitifliğe bakarak yürümeye çalışıyoruz. Bazen negatif bir algı oluşturulmaya çalışılıyor, ama şu bilinsin İstanbul'un 46 bin 953 hasta yatağı ve 185 bin sağlık çalışanı var. Bizler gece gündüz bu millete hizmet etmek için varız, biz her halükarda her ne olursa olsun insanlarımıza gerekli sağlık hizmetini sunmak için çalışacağız ve çalışıyoruz da. Biliyorsunuz Avrupa'da insanlar sokaklarda tedavi edildi, yoğun bakımlar yetmedi insanlar koridorlarda sedyelerde yoğun bakım hastaları tedavi gördü. İstanbul'da sağlık alt yapısı ve sağlık insan gücünün iyi kaliteli olmasından dolayı bu yaşanmadıysa, büyük bir özveri, çalışkanlık ve çabanın sonucudur. Diğer ülkelerdeki gibi kötü görüntülerin olmaması daha iyi sağlık hizmeti sunmamızdan kaynaklanıyor, bu hizmeti sunabilmek için emin olun çok büyük yük altındayız. Toplumun bunu bilmesini istiyorum. Bu salgının bitmesi ve azalması için toplumun uyumu çok önemli bizim için. Sokağa çıkma yasağı ve kısıtlamalarla beraber bir azalma oldu ama bizim insanlarından özellikle en çok dikkat etmelerini istediğimiz maske, mesafe ile birlikte ev içi izolasyona dikkat etmeleri. Sokağa çıkmayın diyoruz, insanlar alt katta üst katta misafirliğe gidip kalabalık ortamlarda buluşuyorlarsa yine bulaşıyor, o yüzden biraz sabretmelerini istiyoruz. Büyük ihtimalle Şubat, Mart gibi aşılamalarla birlikte biraz rahatlayacağını artık önümüzün daha rahat olacağını ve insanlar uyumlu olduğu sürece daha kısa sürede salgınla mücadelede başarılı olacağımızı ve bu salgını bitirebileceğimizi toplumdakilerin bilmeleri lazım. Toplum ne kadar uyumlu olursa bu iş o kadar kısa sürecek.