Röportaj 23.02.2019 14:00 Güncelleme: 23.02.2019 14:04

"Hekimlerle Aynı Dili Konuşabilmek Karşılıklı İletişimi Güçlendiriyor"

Sağlık sektöründeki kadın yöneticilerin sayısına bakıldığında ilaç firmaları ile hastaneler arasındaki büyük uçurum göze çarpıyor. Hastanelerin yönetici koltuklarının neredeyse tamamında erkekler oturuyor. Çoğu ilaç firmasının yönetimi ise kadınlara emanet. İlaç sektöründeki başarılı kadın yöneticilerinden biri de 130 ülkede 13 binden fazla çalışanı olan Pierre Fabre İlaç Türkiye Genel Müdürü Dr. Hande Demirdere.
"Hekimlerle Aynı Dili Konuşabilmek Karşılıklı İletişimi Güçlendiriyor"

Esra Kazancıbaşı Öztekin

Bazı insanlar vardır, başarı neredeyse isimleriyle özdeştir. İmkansız nedir bilmezler, zorlukları aşacak özgüven ve vizyona sahiptirler. İnsanları lider olarak sarıp sarmalayan bir auraları vardır. Dr. Hande Demirdere de bu tanıma uyanlardan. Çoğu kişi kendinden biraz daha iyi yabancı dil konuşan birinin yanında özgüvensizliğin esiri olup sus pus kesilirken Hande Demirdere gibi Moskova’da görev yaptığı yıllarda kısa sürede Rusça öğrenip sunum yapabilecek yetenek, azim ve cesarete sahip kaç kişi çıkar içimizden? Eşinin işleri nedeniyle iki defa ülke değiştirmek zorunda kaldığında başarılı kariyerine virgül koymak zorunda kalmasına karşın, her seferinde daha iyi bir pozisyonda yeniden başlayıp zirveye tırmanmayı kaç kadın gerçeğe dönüştürebilir? Türkiye ve Rusya’daki ilaç firmalarında yaklaşık 18 yıldır yöneticilik yapan Dr. Hande Demirdere ile ilaç sektörünü, kariyerini ve deneyimlerini konuştuk.

“HEM ANKARA, HEM DE İSTANBUL EKOLÜNÜ YAKINDAN TANIYORUM”

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra iç hastalıkları ihtisasınızı İstanbul Tıp Fakültesi’nde yaptınız. Burada dört yıl boyunca hasta baktınız. Hekim olmanın ilaç sektöründeki bir yönetici olarak size getirdiği avantajlar var mı?

“Yaptığımız iş, hasta odaklı bir yaklaşım gerektiriyor. Bu anlamda hekim olmamın elbette pek çok faydasını görüyorum. Hastalıkları, hastaları ve onların ihtiyaçlarını daha iyi anlayabiliyorum. İç hastalıkları, hekimin hastayı her yönden anlamasını gerektiren bir bölüm olduğu için ürünlere de çok kolay adapte olduğumu söyleyebilirim. Bir hekim olarak doktorlarla da aynı dili konuşabiliyorum. Bu da iletişimi güçlendiriyor. Yaşadığım bir diğer avantaj ise; Eğitim aldığım ve görev yaptığım üniversiteler nedeniyle; hem Ankara hem İstanbul ekolünü yakından tanımam.”

TÜRKİYE’DEN RUSYA’YA...

Kızınız 3 yaşındayken eşinizin işi dolayısıyla Rusya’ya gittiniz ve bir ilaç firmasında çalışmaya başladınız. Bu süreçte çocuğunuzu büyütürken ne gibi zorluklar yaşadınız?

“Evimizde hep yatılı bir yardımcımız vardı. İlk yıllarda Türkçe ve Rusça konuşan Moldovyalı bir bakıcımız vardı. Sonrasında altı yılda üç bakıcı değiştirdik. 1,5 yıl boyunca üstlendiğim bölgesel görevde hafta içi Singapur’da kalıp, hafta sonları Moskova’ya kızımın ve eşimin yanına geliyordum. Uzun seyahatlerimde annem sağolsun; Türkiye’den Rusya’ya 2,5 saat yolculukla hep özverili şekilde yanımızdaydı. Derin, Rusya’ya ilk gittiğimizde üç yaşındaydı ve ne İngilizce biliyordu, ne de Rusça. Anaokulunda dil bilmediği için derdini anlatamayacağını düşünerek çok endişeleniyordum. En azından ‘acıktım, susadım, tuvaletim geldi’ gibi temel ihtiyaçlarını söyleyebilmesini istiyordum. Derin, ilk başta çok ağladı. Rusya’daki anaokulları buradaki gibi değil, çocuk ne kadar ağlarsa ağlasın anneyi içeri almıyorlar. Neyse ki, üçüncü günde alıştı. Aslında bu süreç Derin açısından iyi oldu. Çok esnek, hızlı adapte olan, uluslararası kültürü olan bir genç kız oldu. Şimdi Derin’in pek çok farklı ülke ve kültürden arkadaşları da var. İngilizcesi benden daha iyi. Rusça’yı da biraz öğrendi.”

RUSLARA RUSÇA SUNUM YAPMAYI BAŞARMAK…

Rusya’daki bir ilaç firmasında çalıştığınız dönemde günleriniz Hindistan –Singapur-Moskova üçgeninde seyahatler, pazarlama ve ürün tanıtımı alanında yaptığınız çalışmalar ve kazanılan ödüllerle geçti. Bu yoğun ve stresli tempoda Rusça öğrenip sunum yapabilmeyi nasıl başardınız?

“Moskova’daki ilk günlerimde çalışanların İngilizce bilmediklerini gördüm. Bu yüzden benden çekiniyorlardı. İletişim kurabilmek için haftada iki gün özel Rusça dersi aldım. Singapur’la aralarındaki saat farkından dolayı Ruslar genelde saat 10’dan sonra işe geliyordu. Bense sabah 08.00 gibi ofiste oluyordum. Ekip gelene kadar Rusça dersimi alıp, işlerimi toparlıyordum. Yaklaşık 20 özel ders alarak temel Rusça’yı öğrendim. Asistanım da bana sürekli yardımcı oluyordu. Orada telaffuz çok önemli çünkü farklı telaffuzda kelimenin anlamı değişiyor. O yüzden sunumlarımı 10 gün önceden hazırlardım. Asistanım sunumu okuyarak sesini kaydederdi. Onu dinleye dinleye telaffuzu alırdım ve dönem toplantılarında Rusça sunum yapardım. Aslında ‘Bakın sizinle iletişim kurmaya çalışıyorum. Rusça öğrenmem şart değil ama sizin İngilizce öğrenmeniz şart. Benim için değil; kariyeriniz için İngilizce öğrenmelisiniz’ diyordum. Rusya’da kaldığım 6 yıl sonunda ofiste birlikte çalıştığım ekip İngilizce konuşmaya başlamıştı.”

RUSYA’DAN TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ...

2015’te Türkiye’ye dönmeye karar verdiniz. Rusya’daki yöneticinizin ‘Eşin dönsün, sen kal. Sana ev tutalım’ önerisine karşın tercihinizi Türkiye’ye dönmekten yana kullanarak ilaç sektöründeki kariyerinize bir virgül koyma cesareti gösterdiniz. Ülkemize geldikten sonra Fransa’nın ikinci büyük ilaç şirketinin genel müdürlüğüne uzanan süreçte neler yaşadınız?

“Rusya’da öğrendiklerimi, tecrübemi artık Türkiye’de uygulamak istiyordum. İstanbul’da yıl ortasında döndüğümüz için hemen çalışmaya başlayamadım. Aslında bu süreç Derin açısından çok iyi oldu. Üçüncü sınıfta okuyordu. Daha önce hiç Türkçe eğitim almadığı için en başta çok zorlandı. O dönem birkaç ay Derin’in dersleriyle ilgilendim. Kızımla birlikte ilkokulu yeniden okudum diyebilirim. Çok kısa sürede adapte oldu ve Türkçe’sini hızla toparladı. 4-5 ay sonra girdiğim ilaç firmasında hayatımın en yoğun 1,5 yılını yaşadım. Çalıştığım şirketin, bir Türk firmasına ait portföyü satın alma süreciyle birlikte yeni ürünler, artan iş hacmi derken tüm zorluklara rağmen başardık, ödüller aldık. Sonrasında Pierre Fabre İlaç Genel Müdürlüğü pozisyonu için bir görüşme teklifi aldım.

Firmanın benden önceki genel müdürü erkekti, yöneticilerinin çoğunu ise kadınlar oluşturuyordu. Fransız yöneticimiz, kadın yöneticileri bir erkek genel müdürün daha iyi yöneteceğini düşünüyormuş. Görüşmemizde ‘Bu pozisyon için ilk görüştüğüm kadın sendin. Ama aklımı çeldin, seni işe aldım’ deyince; “Rusya’da 250 kişilik ekip yönettim ve bunun 230’u kadındı. Burada saha ekibimizde erkekler baskın ama Rusya’da sahada da kadınlar çoğunluktaydı. Hiç merak etmeyin, kadınlarla çok iyi geçinirim’ yanıtını verdim. Göreve başladıktan sonra da firmadaki kadın yöneticilerin sayısının artmasını destekledim. Şu anda yönetim kurulumuzun 8 üyesinin 7’si kadın yöneticilerden oluşuyor. Sadece Temel Ürünler Bölüm Direktörümüz erkek.”

1200 BİTKİ TOHUMUNUN YER ALDIĞI BOTANİK BAHÇESİ...

Fransa’da 1200 çeşit bitki tohumuyla dünyanın en büyük botanik arşivine sahipsiniz. İlaç, dermokozmetik ve tüketici sağlığı alanındaki ürünlerinizde daha çok hangi bitkiler kullanılıyor?

“Kurucumuz Pierre Fabre, eczacı ve botanikçi olduğu için hayatı boyunca bitkilerden ürün geliştirmeyi misyon edinmiş. Firmanın şu an piyasada olan meme ve mesane kanseri ile ilgili ilaçları, Cezayir menekşesinden geliştirilmiş durumda . Bunların bir kısmı Fransa’nın güneyinde, bir kısmı da Afrika’da üretiliyor. Cezayir menekşesi dışında Pierre Fabre’nin ürün portföyünde kullandığı dört ana doğal ürün daha bulunuyor ; dermatolojide yulaf, yaşlanmayı geciktiren ürünlerde argan yağı, bebek bakım ürünlerinde calendula, ürolojide ise palmiye ve cranberry.
Eczacı ve botanikçi Pierre Fabre tarafından 1962 yılında kurulan firmamız, bugün 130 ülkede 13 binden fazla çalışanı ile ilaç, dermokozmetik ve tüketici sağlığı başlıkları altında faaliyet gösteriyor. Türkiye’de ise ilaç ve dermokozmetik şirketleriyle bulunan grup, her yıl ilaçtan elde ettiği karın yüzde 15’ini, onkoloji, dermatoloji, tüketici sağlığı alanlarında yürütmekte olduğu Ar&Ge çalışmalarına aktarıyor. Firmanın ağız sağlığı ve dermokozmetik dahil tüm ürünleri, sadece uzmanlar tarafından önerilip yalnızca eczanelerde satılıyor. Firmanın 2 bin 500 ürünü var ve bunların hepsi bitkisel kökenli. Türkiye’de halen 50 ürün kullanımda. Gerek ilaç gerek dermokozmetik gerekse ağız diş sağlığı alanında daha fazla ürünü Türkiye’ye getirmek başlıca hedefimiz.”

VAKFIN DESTEKLEDİĞİ DR. DENIS MUKWEGE’YE NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ

Pierre Fabre Vakfı, 7 ülkede 32 ayrı sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriyor. Vakfın bu çalışmalarından bahseder misiniz?

“Dünyanın dört bir yanında sağlık hizmetine erişimi olmayan insanlara hizmet amacıyla kurulan vakıf, 20 yılda gelişmekte olan ülkelerde 97 hastane ve sağlık merkezinin kuruluşuna öncülük etti. Afrika ülkelerindeki ‘Albinizm ve Orak Hücreli Anemi’ gibi hastalıklarla mücadele konularında aktif olarak çalışmalar yürüttü. Vakfın sosyal sorumluluk çalışmaları kapsamında desteklediği Dr. Denis Mukwege, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde cinsel şiddete maruz kalan 50 bini aşkın kadının tedavisine öncülük ettiği için 2018 Nobel Barış Ödülü’nün sahibi oldu. Vakıf, ‘Kadınları İyileştiren Adam’ olarak da tanınan Dr. Denis Mukwege’nin kurduğu hastanelerde mağdur kadınların tüm medikal tedavi süreçlerini karşılamak üzere önümüzdeki iki yıl boyunca da finansal destek sağlamaya devam edecek. Biz de hasta odaklı çalışmalarımız çerçevesinde önümüzdeki dönem Türkiye’de bir sosyal sorumluluk projesi başlatmayı planlıyoruz.”

‘Evde ilaç sektörünü konuşmamaya çalışıyoruz’

Hande Demirdere, ilaç sektörünün duayen yöneticilerinden, Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin kurucusu ve altı yıl başkanlığını yapan Altan Demirdere ile evli. Dr. Altan Demirdere, halen Novartis Türkiye Grubu Ülke Başkanlığı ve Sandoz Türkiye Başkanlığı görevlerini yürütüyor.

Eşlerin karı-koca birlikte aynı sektörde çalışmasının avantajları var mı? 

“Kesinlikle avantajları var. İşimizin getirdiği seyahat temposunu ancak bu işin içinde olan bir eş anlar. Sektörden olmayan kişiler, Antalya’ya kongreye gittiğimiz zaman ‘Ne şanslısınız!’ diye yorumlarken; sektörde olan kişi, Antalya’da herkes denize girip güneşlenirken bizim etek ve ceketle o güneşin altında çalıştığımızı bilir, empati yapabilir.”

Birbirine rakip firmalarda çalışan karı-koca olarak aranızda nasıl bir iletişim var?

“O anlamda gerçekten ikimiz de çok profesyoneliz. Örneğin evlendiğimiz ilk yıl ben de Novartis’te çalışıyordum. Rusya’ya gidene kadar soyadımı değiştirmedim, kızlık soyadım Pençedemir’i kullandım. Yönetim ekibi ve ofis arkadaşlarımız dışında firmada çalışan pek çok kişi evlendiğimizi bilmiyordu. Biz bunu sahada da hissettirmemeye özen gösterdik, çoğu kişi de anlamadı. Kendimi hiçbir zaman genel müdür eşi olarak görmedim. İş ortamında karşılaştığımızda her çalışan gibi selam vererek geçerdim yanından. İkimiz de çok yoğunuz. Sadece hafta sonları beraber olabiliyoruz. Çocuğumuz ve ortak paylaştığımız bir sürü şey var. Mümkün olduğunca evde ilaç sektörüyle ilgili güncel konuları bile konuşmamaya çalışıyor, birbirimize, kızımıza zaman ayırmaya özen gösteriyoruz.”