Röportaj 20.04.2018 08:00

'Dünyayı Onu Sevmeyenler Yönetiyor'

Yazılarındaki samimiyet ve şaşırtıcı özdeyişleriyle özellikle sosyal medyada sık sık konuşulup, örnek gösterilen yazar Fırat Devecioğlu, yeni çıkardığı "Yüzleşme" adlı kitabını YeniBirlik okurlarına anlattı. Devecioğlu, kendisini en çok mutsuz eden durumu ise, "Dünya'yı, onu en çok sevmeyenlerin yönetmesi" olarak yorumladı.
'Dünyayı Onu Sevmeyenler Yönetiyor'

SEMA SEZEN

Hayata dair yorumları, kalemindeki akıcılık, yalınlıkla okuyucuyu yazılarına bağlayan Fırat Devecioğlu'nun "Yüzleşme" adı kitabı Mona Kitap'tan Nisan ayı başında çıktı. Devecioğlu okurlara yeni kitabını da yazmaya başladığının müjdesini vererek hakkında merak edilen soruları yanıtladı.

-Biraz kendinizden söz eder misiniz?

Bir süredir düşünce yazıları kaleme alıyorum. Uzun süredir takip eden okurlar sayesinde hayatıma yeni bir soluk geldi. Yazılarım Aylak Karga, Cafrande, İnsan Okur, Dünyalilar.org, Yeşil Gazete, The Geyik adlı dergi ve internet sistelerinde yayınlandı. Sosyal medyada sıkça paylaşılmasıyla birlikte yazılarım kitaba dönüştü. Bu ayın başında Mona Kitap etiketiyle ‘Yüzleşme‘ adlı kitabım yayınlandı.

Yazı ile birlikte iş hayatım devam ediyor. Yıldız Holding ve Koç Holding’in gıda şirketlerinde, on yıldan fazla süre yönetici olarak çalıştım. Çalışma hayatımın ilk yıllarında ise Ernst&Young ve My Executive şirketlerinde, üst düzey yönetici seçme yerleştirme biriminde görev aldım.

Yüzleşme, kısaca nedir? Bu kitabı okuyunca biz nelerle yüzleşeceğiz?

Yüzleşme, daha ilk cümlede kendini ortaya koyuyor. ’İnsanı yüzleşemediği boşlukları yönetir.’ başlıklı düşünce yazısı ile başlıyor. Kitabın özeti bu cümlede saklı diyebilirim.
Yüzleşme bir düşünce kitabı. Gücüne inanıyorum. Elbette insan ancak hazır olduğu düşüncelerle tanışabiliyor. Ancak ‘Yüzleşme’ hayatı anlamlı kılmaya yönelik ezber bozan cevaplar içeriyor.

Kitabınızda da anlattığınız gibi; “Başkaları için mi yaşıyoruz?”

Bu hayattan giderken ‘keşke kendi hayatımı yaşama cesaretim olsaydı’ diyenler çoğunlukta olacak… Her ne kadar bencil insanların etrafımızı sardığını düşünsek de, çoğu insan diğerlerinin ona baktığında görmesini istediği şeylerin peşinde koşar. Kendi değerini başkalarının gözünde aradıkça kendini yaşayamaz; zamanı geldi diye evlenir, sevmediği bir işi yapar, ev almak için yirmi yıllık geliri kadar borçlanır, hayatı proje gibi yaşar… Yaşayamadığı tek şey kendi hayatı olur.

Çoğu insanın yaşadığı tek gerçek, her sabah uyandıktan yarım saat sonra ait olmadığı insanların içine karışmak zorunda olmasıdır. (Yüzleşme’den)

İnsan size göre neden kendi olmayı reddediyor?

İnsanın kendi olması için özgür olması gerekir. Ancak çoğu insan özgürlüğünü bir kadına ya da bir erkeğe, toplumsa düşüncenin ondan beklediklerine, peşinden koştuğu hedeflere devreder. Etraftan onay alma ihtiyacı, özgürlüğün önüne geçer. Çoğu insan başka dünyalara koşarak kendini tamamlaya çalışır. Başkalarının hikayelerinde kendi önemini arar. Oysa insanın özgürleşebilmesi, sadece ona ait alanı oluşturabilmesiyle başlar.

Elbette kimse kendi olmayı bilinçli olarak reddedmez. Zaten kendini tanımıyordur.
Ancak kendini tanımayı rededebilir. İnsanın kendini tanıma serüveni çok meşakkatli bir yol; işin içinde kendisiyle yüzleşmesi var, önemli kararlarının arkasındaki nedenleri gördükçe, onu bu yola sürükleyenlere öfke duyması var, bu öfke duyduklarıyla birlikte yaşama zorunluluğu var, bir hiçliğin içine düşmesi var. Yolun güzelliği ise, kendini tanıyan insanın artık yaşamda ne istediğinden emin olması… Ancak kendini olduğu gibi kabul eden ve buna saygı duyan biri kendini gerçekleştirebilir, kendi olabilir.

Kendi olmayı isteyen insanın, dünyaya gelmesiyle birlikte kendisi için hazırlanmış o rolü rededetmesi gerekir. Çoğu insan ait olduğu ekonomik sınıfını kabul etmez. Oysa kişi öncelikle onu bir kopya dönüştürmeye çalışan ‘düşünce sınıfından’ uzaklaşmalıdır. 

İyi insan kavramı size göre nedir?

İyi insan, vicdanıyla hareket edebilendir. Kalbinde çocuk, doğa, hayvan sevgisi taşıyabilendir. Kötülükler karşısında kendini sorumlu hisseden ve harekete geçebilendir. Kendini aşabilendir.

Mutsuzluğun kökeni nedir?

Mutluluk, kendini olduğu gibi yaşayabilen, yaşamda yapılmaya en çok değer verdiği şeylerin peşinden gidebilen ve hayatının merkezine sevgiyi alabilmiş insanın kalbindedir.

Mutsuzluk, başkalarının beklentilerine göre yaşayan, sadece birilerinin alkışını alabileceğini düşündüğü şeylerin peşinden hırsla giden ve hayatının merkezine mülkiyeti alan insanın ruhundadır.

İş dünyasının kâbusu olarak nitelendirdiğiniz “problemli orta düzey yöneticiler” kavramını burada biraz açalım mı? Bu yöneticiler kimler?

Özellikle kurumsal olmayan şirketlerin koridorlarında görülürler. Hayatları, hırs zehirlenmesi içinde, ucundan gösterilen havucu yakalamaya çalışmakla geçer.
İş kalitesinin önündeki en büyük problem, sığ düşünceli orta düzey yöneticilerdir. Yeni kuşağı, değişen müşteri taleplerini anlamaktan çok uzaklar. Sürekli konuşmak istiyorlar. Dinlemeyi, kendini başkasının yerine koymayı bir türlü öğrenemiyorlar. Problemli orta düzey yöneticinin, iş hayatında taktığı maske yüzüne yapışır. Rolü için yaşar hale gelir. Sürekli rol yapmaktan gerçek varlığını örseler ve nihayet kendine yabancılaşırlar. Kendi ile uyumsuz, başkalarına karşı huysuz biri olup çıkar. Genç çalışanların gelecek hayalleri bu sığ yöneticilerin ellerinde törpülür. Bu yöneticiler çok yoğun bir akıl karışıklığı yaşarlar. Garip bir şeklide işçi/çalışan olduğunu unutur, kendisi dışındaki çalışanların, şirkete zarar verebileceğini düşünen, paranoyak bir patron rolüne bürünürler. Mesela tuhaf bir şekilde daha az maaş ile daha çok çalıştırmanın yollarını arar dururlar.

Kitabınızda eleştirdiğiniz günümüz kavramlarına baktığımızda; bu sinsi düşünceler nereden ve nasıl yerleşiyor hayatımıza?

Sinsi fikirler kolaycılığımızdan besleniyor. Mutlu edeceğine inandırıldığımız ‘hap’ düşüncelere, formüllere, hemen sahip olmak istiyoruz. Derinleşmeye, çok yönlülüğe, incelikli düşünmeye vaktimiz yok.

Sonra birileri çıkıp, ’Sevdiğin İşi Yap!’ diyebiliyor. Sorgulamadan bu sinsi düşüncenin doğruluğuna inanıyoruz ve arkasına gizlenen sosyal sorunları göremiyoruz. Mesela ‘sevdiği işi yap’ tuzağı, sevdiği şeylerin peşinden gidenlerin önüne düşük ücret dayatması olarak çıkıyor. Yaratıcılık gerektiren işlerden çalışanlara, kariyerin ilk yılındaki hevesli insanlara verilen düşük ücret normalleştiriliyor: ‘madem seviyorsun’ diyerek… Diğer yandan pek sevilesi olmayan işleri yapmak zorunda kalan çalışanların yüzüne bakıp ‘sevdiğin işi yap’ demek onları değersizleştiriyor. Çalışan, işle ilgili bir zorlukla karşılaştığında karşısında sevdiğin işi yap tavsiyeri buluyor. Çalışma hayatının gerçek sorunları, bu tür sinsi tavsiyelerin gölgesinde kalıyor. Çözüm bekleyen sorunlar yerine, kimin hangi işi sevmesi gerektiği konuşuluyor.

Oysa insanın sevdiği işi yapabilmesi, bulunduğu ekonomik-sosyal sınıfla ilgili bir durum. Ancak sistem, bireyden, problemi kendisinde aramasını istiyor. Çünkü böylece kendini aklayabiliyor.
Hayat, sistemden beslenen obez kapitalistler için tasarlanmış bir kurgudur. (Yüzleşme’den)

Hem iç dünyamız hem de dış dünyamız için kitabınızda yazmaktan çekindiğiniz başka kavramlar var mı?

Yok.

Mutlu musunuz?

Mutlu olmayı fazlasıyla önemsiyoruz. Bu durum ıslak bir balığı tutmaya çalışmak gibi. Hatta artık ‘mutluluk ekonomisi’ diye bir ticari alanın oluştuğunu düşünüyorum. Mutluluk vaat ederek kolay para kazanan insanlar etrafımızı sardı. Sözde gurular, kişisel dönüştürücüler, çakra açıcılar…Kapitalizm sanal ihtiyaçlar üretir ve onlara sahip olmazsanız yaşayamayacakmış gibi hissettirir. Bu anlamda mutluluk da artık ticari bir nesne. Şuna sahip olursan, şu göreve gelirsen, şu hayat atölyesinde eğitim alırsan, şu kitabı okursan mutlu olacaksın diyen mutluluk tacirleri ile doldu etrafımız. Oysa bu tünelden girenler, tünelin sonunda, başkalarına mutluluk tavsiyeleri veren ve hayatı işi, evi, kedisi arasında geçen atıl insanlara dönüşüyor.

Sürekli mutlu insanlar sinir bozucudur kabul edelim. Çağımızda bunca sorun varken, insanlar acılar içindeyken, mutlu olmayı düşünerek mutlu olmaya çalışmak, destek bekleyen insanlara, doğaya karşı haksızlıktır.

En çok kimden ve nelerden mutsuz olursunuz?

Beni en çok mutsuz eden şey, Dünya’yı, onu en çok sevmeyenlerin yönetmesidir.
Günlük hayatımdaki insanlar ise artık beni mutsuz edemiyor. İnsan doğası ile uğraşmanın hayatı güzelleştiren bir yanı da, bu tür takıntılardan sıyrılabilmeniz oluyor. Kendisi gibi kalabilmeyi başaran insanın iç dünyasında sükunet hükmünü ilan ediyor. Böylece dış dünyada da kavganız olmuyor. Üretmek isteyen insan, etraftan gelen ve onu yaşamın kıyılarına sürükleyen düşüncelerle ilgilenmemeyi öğrenmek zorunda.

Yeni projeleriniz neler?

Yeni düşünce yazılarına devam ediyorum. Şu an öncelik ‘Yüzleşme’ nin. Ayrıca halen yazdığım bir roman var, onun beni nereye sürükleyeceğini bilemiyorum ama kıyı görünüyor. Bu yıl tamamlamak istiyorum.