Vakıf Katılım web
Röportaj 10.04.2017 03:00

​Dr. M. Mehdi Eker: "Mevcut anayasaya göre egemenlikte halkın bir sürü ortağı var"

​Dr. M. Mehdi Eker:

Seda ŞİMŞEK

AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. M. Mehdi Eker ile Diyarbakır’da, aslında onun en sevdiği yerde bir araya geldik. Türkiye genelinde ve özelde Diyarbakır’da referandum sürecini konuştuk. Yurt dışındaki temasları sırasında Batı’nın “evet”e uyguladığı ambargonun da doğrudan muhatabı olmuştu. Batı’da neler olup bittiğine dair izlenimlerini de dinleme fırsatı bulduk. Eker’in tespitleri şöyle: 

Referandum sürecinde nasıl bir tablo görüyorsunuz?

Kampanyanın başlangıç tarihine nispetle “kabul” yönünde, “evet” yönünde bir yükseliş var. Bunu da şuna bağlıyorum: “Hayır” cephesi erken başladı ve bütünüyle “padişahlık gelecek”, “rejim değişecek” gibi gerçek dışı haberler üzerinden, toplumu korkutmaya çalışarak ve realiteden koparak propaganda yaptı. Süreç içerisinde gerçekler anlaşıldıkça, vatandaşa farklı mecralarda daha iyi anlatıldıkça kanaatler olumlu yönde gelişti. Sahada görüyoruz, en başta muhatap olduğumuz sorularla, son dönemde muhatap olduğumuz sorular birbirinden farklılaştı. 

meh3

ENFORMATİK KİRLİLİK, ORTAMI ENFEKTE EDİYOR

Bu süreçte size yöneltilen en öncelikli soru ne?

Enformatik kirlilik çağın problemi. Aslında en çok karşı karşıya kaldığımız husus enformatik kirlilik ve enformatik kirliliğin komplikasyonları. 

Tek adamlık veya diktatörlük gibi söylemler mi?

Aslında böyle bir şey yok. Bu iddia edenlerin bile inanmadıkları bir şey. Onlar da bunu söylerken yalan söylediklerini biliyorlar. Onlar sadece bir şeyi engellemek için yalana başvuruyorlar. Hakikatle, gerçeklerle “evet”in karşısında duramayacaklarını anlayınca yalana başvuruyorlar. Yalanlar üretildikçe bu bir enformatik kirliliğe dönüşüyor. Bu enformatik kirlilik, haber alma ve algı oluşturma ortamını enfekte ediyor. Bizim şu anda karşı karşıya kaldığımız mesele bu. Bu CHP kafası tek adam teraneleri okuduğunda, benim aklıma rahmetli Mehmet Akif İnan’ın bir şiirinden bir beyit geldi, “Çağı kurtarmanın bir eylemidir/ Çağ dışı görünen ilgimiz bizim” der. Aslında o zihniyeti değiştirmeyi istiyoruz, bizim çabamız, gayemiz odur. Hazin bir şekilde, enformatik kirlilikle, biz sanki bunu getiriyormuşuz gibi anlatılıyor. Gerçekte, bizi getirmekle suçladıkları husustan biz Türkiye’yi kurtarmaya çalışıyoruz. 

TÜRKİYE’DEKİ REFORMUN ÖNÜNE GEÇMEYE ÇALIŞIYORLAR

AK Parti Dış İlişkiler Başkanısınız. Referandum sürecinde dış dünyadan gelen müdahaleleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu ve sistemin 90 yılda ürettiği sorunları, Türkiye AK Parti yönetiminde giderek daha yüksek bir hızla, daha derinlikli ve tarihsel bağlamda çözme yeteneğini ortaya koydu. Türkiye’nin böyle bir yeteneğinin ortaya çıkmış olması, yani kendi yarasını tedavi edebilecek hikmet düzeyine ulaşmış olması ve bunu kurumsallaştırması onları tedirgin etti. Başlangıçta örtülü olarak gelişen veya yönetilen, hatta manipüle edilen AK Parti ve Türkiye’yi engelleme çabaları, son tahlilde, Gezi olaylarından itibaren aleniyet kazandı. Mızrak çuvala sığmayacak hale geldi. En son, referandum sürecinde de baktılar olacak gibi değil, vekalet savaşı üzerinden gitmeyince, yani onlara vekil ve taşeron olarak hizmet eden örgütler başarılı olamayınca, bunlar püskürtülünce, aleni olarak bazı siyasi partiler, bazı dar görüşlü politikacılar artık bunu gizlemez hale geldiler. Almanya, Türkiye’de kampanyaların başladığı tarihten daha önce “hayır” kampanyası başlattı. Bu fevkalâde anlamlı. Hollanda, Avusturya, en son İsviçre örneğinde belirgin bir şekilde Türkiye’deki referandumun tarafı oldular. Anayasa değişikliğinin, Türkiye’deki reformun önüne onlar geçmeye çalışıyor. Bunu engellemek için kullandıkları, vekaleten, taşeronlukla iş yaptırdıkları örgütler başaramayınca, bu defa açıktan kendileri kampanyalarını başlattılar.

İSTANBUL SOKAKLARINDA DHKP-C, KOBANİ’DE PKK, SUR’DA HENDEK, 15 TEMMUZ’DA FETÖ OLDULAR

Anayasa değişikliğinin Türkiye’nin terörle mücadelesine ne gibi katkıları olacak? 

Son 37 yılda Türkiye’yi çok daha kanlı bir sürece sürükleyen 12 Eylül askeri darbesinin ürünü terör örgütlerine ve yine darbenin ürünü anayasanın ürettiği bütün sorunlara karşı bu anayasa değişikliği ile bir adım atılıyor. Bir reform sürecine tabi tutuluyor. Türkiye, “tıpkı ekonomimi kendim düzelttiğim gibi, barış içerisinde kendi sorunlarımı kendim çözerim” diyor. Bu birtakım uluslararası istihbarat örgütlerini ve birtakım politikacıları tedirgin etti. Önce vekaletle yürüttükleri bir mücadele vardı. Bu bir gün İstanbul sokaklarında DHKP-C oldu, bir gün FETÖ terör örgütü üzerinden 17/25 Aralık oldu, bir gün Kobani olayları üzerinden PKK oldu, bir gün Diyarbakır Sur’da çukur ve barikat, hendek oldu, bir gün 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi oldu. Hedef hep aynı, Türkiye sorunlarını kendisi çözmesin. Eğer Türkiye’de bir sorun çözülecekse, o beyler gelsinler, masaya kendileri otursunlar, onların isteği doğrultusunda ne yapılacaksa yapılsın. Hadise bu. Şimdi, bu darbe anayasasını, 18 madde ile değiştirmek istiyoruz, “Ey vatandaş bize destek verirseniz, stabil, istikrarlı bir hükümet modeli oluşturacağız. Güçler ayrılığı oluşturacağız. Parlamento kendi işini yapacak, hükümet kendi işini yapacak. Bürokratik vesayetle daha kolay mücadele edeceğiz. Askeri yargıyı ortadan kaldıracağız. Yargıyı sivilleştireceğiz. Bürokratik mekanizma ile daha rahat baş edebileceğiz” diyoruz. Bu sistem, bunları getiriyor. Çift başlılık ortadan kaldırılacak.

EGEMENLİKTE HALKIN BİR SÜRÜ ORTAĞI VAR 

Bir anayasa değişikliği teklifi önerisi sanki çok fazla şahsileştiriliyor, sistem değil de şahıslar tartışılıyor gibi…

Bu değişiklik bir şahsa bağlı değil. Yarın, öbür gün başka şahıslar olsa da artık kimsenin siyaset mühendisliği yapamayacağı, kalıcı, halkın iradesine dayalı, halkı egemen kılan bir mekanizma ortaya koyacağız. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama darbe anayasaları bu cümleyi uzatarak, “millet bu hakkını anayasal kurum ve kuruluşlar eliyle kullanır” demiş. Böylece halkın bir sürü ortağı olmuş. Egemenlikte halkın bir sürü ortağı var. Bürokratik kompartımanlara açık ama halka kapalı bir yönetim sistemi. Halk sandıkta gidiyor oy veriyor, sonrasında halkın hükmü yok. O beyler, bürokratik kompartımanlarda kendileri durumu ayarlıyor. Gerekirse parlamentodaki aritmetiği değiştiriyor, onu oradan istifa ettiriyor, bu tarafa geçiriyor, partileri kapatıyor. Geçmişte hep böyle oldu. Şimdi bu sistem yürürlüğe girerse bunlar olmayacak. 

BATI COĞRAFYADAN İBARET DEĞİL

Türkiye Batı’dan kopuyor mu? 

Batı coğrafya değildir, coğrafyadan ibaret değildir. Bizim benimsediğimiz Batı’da uzun yılların tecrübesinden ve acılardan süzülerek geliştirilmiş değerlerdir. Biz Batı’nın o evrensel değerlerini benimsedik, sistemimize, toplum yönetimimize hâkim kılmak istedik. Nedir bunlar? Avrupa Birliği’nin (AB) değerleri. Demokrasi, gerçek anlamda çoğulculuk, plüralizm, ifade özgürlüğü, düşünce hürriyeti, insan hakları, hukukun üstünlüğü…Bunların bir çoğu Kopenhag Siyasi Kriterleri. 1 milyon 400 bin Almanya’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve seçmen, Türkiye’deki referandumda veya seçimlerde tercihlerini ortaya koyacaklarsa bu insanların bilgi edinme hakkından daha doğal bir demokratik hak olabilir mi? Olmaz ama Almanya vatandaşlarımızın bu demokratik hakkını kullanmasına engel oluyor. 

“BİR YIL HAPSE ATARIZ” DEDİLER

Doğrudan bu engellemeye muhatap oldunuz.

Almanya’daki Türk seçmenler beni davet etti, “bize bu konuyu bir anlat. Konuşalım, soru soralım” dedi, ben gittim, kapıda Hannover polisi, “Sen burada, Aşağı Saksonya eyaletinde çalışma yaparsan, seni bir yıl hapse atarım” dedi, bana söyledi, yazılı verdi. Ben Diyanet’in din merkezini ziyaret edeceğim, onlarla sohbet edeceğim, oranın başkanına mektup göndererek, “Mehdi Eker’in yarın oraya geleceğini haber aldık, diğer programlarını iptal ettik, Mehdi Eker oraya gelirse, onu görmeye çok insan gelecek, buranın otoparkı 150 kişilik, daha fazla insan geleceği için güvenliği tehlikeye sokar. Eğer Mehdi Eker buraya gelirse 20 bin Euro para cezası keseriz” diyor. Bunların hepsi belgeli. Şimdi hangi Batı’dan söz edilebilir?

DEĞERLER ÇIKARILDIĞI ZAMAN BATI KARANLIK ORTA ÇAĞ’DIR

Ne oldu peki? Batı neyi kaybetti?

Bu aslında Avrupa’nın değerlerine ihanet eden, Avrupa’nın geliştirdiği medeniyet değerlerini kendi dar görüşlü, sığ ve konjonktürel çıkarları için aşındıran, tahrip eden politikacıların sorunu. Bütün Avrupa kamuoyunun, Avrupa’da yaşayan 500 milyon insanın kendi değerlerine sahip çıkması ve kendi değerlerini bu dar görüşlü, Hitler ruhunun artıklarına ezdirmemesi gerekiyor. Yabancı düşmanlığı, İslâm düşmanlığı, ırkçılık giderek artıyor. Bunlar aslında AB değerlerine karşı. Biz benimsediğimiz değerler noktasında aynı yerdeyiz, o değerlerle hiçbir sorunumuz yok. Avrupa’da o değerler olmasa da o değerler bizim değerlerimizdir. Biz Müslümanız, “Hikmet müminin kaybolmuş malıdır. Nerede görse alır” bizim için ilkedir. İnsan haklarında, çoğulculukta, hukukun üstünlüğünde hikmet vardır. Değerler üzerinde Batı ile ilişkilerimiz sürüyor. O değerler çıkarıldığı zaman Batı, karanlık Orta Çağ’dır veya 1930’lardır, şefler dönemidir. İspanya’da, İtalya’da, Almanya’da, Portekiz’de her tarafta şefler vardı. Bizde de aynı dönemde Milli Şef vardı. Bizim değiştirdiğimiz de aslında bu zihniyettir. 

KENDİ KODLARIMIZI KAYBETTİĞİMİZDE DİYARBAKIR’DA HUZUR BOZULDU

Diyarbakır’a gelirsek…

Bu şehir çoğulculuğun dünyada en muhteşem hikâyesinin yazıldığı şehirdir. Dünyada bu şehirden daha güzel bir çoğulculuk hikâyesi yazılmamıştır. Yeryüzünde hiçbir şehirde buradaki gibi, bin dört yüz yıl, bu kadar büyük farklılık, bu kadar büyük kitlesel bir çeşitlilik, bu kadar barış içinde, bu kadar uzun süre yaşamamıştır. Diyarbakır budur. Darbenin, darbe ürünü anayasanın uygulamaları ile kendi medeniyet şifrelerimizi unuttuğumuzda, kendi kodlarımızı kaybettiğimizde huzur bozuldu. Buranın atmosferi zehirlendi. Sosyal atmosferi enfekte oldu.  

Özellikle darbe anayasaları, Türkiye’de Kürt vatandaşların veya mütedeyyin vatandaşların ötekileştirilmesi gibi bir sorun ortaya çıkardı.

Sistemle sorun vardı. Çünkü sistem antidemokratikti, insanlar o antidemokratik uygulamalar dolayısıyla zulme uğruyordu ve insanlar o zulme karşı seslerini yükseltiyorlardı. Son derece haklılardı. Sadece Kürt vatandaşlarımızla ilgili değil, herhangi bir inanca sahip, devletin veya sistemin akredite etmediği herkes aynı şekilde zulme uğradı. İnanç grupları da, kılık kıyafetini sisteme göre ayarlamayan insanlar da, gençler de, kadınlar da, çocuklar da, farklı inanç grupları da… Öyle insanlar vardı ki, sistem nezdinde ikinci, üçüncü sınıf insandı.

Şimdi sistemin böyle gördüğü insanların mevcut sistemi savunması, önerilen sisteme “hayır” demesi bir çelişki değil mi?

Burada bir ironi var. Enformatik kirliliğin yarattığı bir algı meselesi, biz onu çözeceğiz. Bunu daha iyi anlatmak bize düşüyor. Kürt meselesi ile ilgili Türkiye’de ulusal medyanın da uluslararası medyanın da tanımı doğru değil, sakat. Mesela, PKK’yı Kürtlerin temsilcisi gibi görme eğilimi var veya HDP’yi Kürtlerin partisi gibi görme eğilimi var. Soruyorum, Figen Yüksekdağ’ın neresi Kürt? Kürtlerin en büyük partisi AK Parti’dir. Kürtler nasıl temsil edecek, nasıl kendisini görecek gibi sorular doğru değil. Türkiye’de 50 milyon seçmen var, Türkiye bu manada birbirinden ayrışmış, etnik temelli bir ayrışmaya tabi bir ülke değil, bundan sonra da olmayacak. Vatandaşlık, eşit yurttaşlık temelinde, parçası, unsuru bulunduğumuz bu toplumun talepleri söz konusu. Bu toplumun talepleri içerisinde, bu sistem bize daha çok demokrasi, daha çok hürriyet, daha çok hukuk, daha çok refah getiriyorsa, daha çok sorunlarımızı çözüyorsa, biz bunun peşindeyiz. Kürtler de Türkler de bunun peşinde olacak. İşte yüzde 50’den fazlası orada buluşacak. 

BARIŞI BOMBA ATAN, BARİKAT KURAN TERÖR ÖRGÜTÜ BOZDU

12 Eylül’den sonra sistem mesela Diyarbakır’da problem üretmiş.

Sadece Diyarbakır’da değil, başka yerlerde de üretmiş ama Diyarbakır’daki tezahürleri, komplikasyonları daha ağır.

İşte sistemin bu komplikasyonlarını yaşayanların, bu sistemi savunmasında bir tuhaflık yok mu?

Eğer HDP’nin veya PKK’nın duruşu, onların “hayır” deyişi, bütün Kürtlere mâl edilerek, buradan yola çıkarılarak bu yorum yapılırsa yanlış olur. Ben, Kürtlerin hepsinin böyle düşündüğünü sanmıyorum. Buna karşı çıkan örgüt PKK ve örgütün siyasi türevleri. Örgütün siyasi türevlerinin Kürtlerin, Kürt toplumunun demokratik talepleriyle veya refahıyla ilgili zaten bir derdi yok. 12 Eylül onları besledi. Şu anda onların beslendiği ise uluslararası istihbarat örgütlerinin gücüdür. Onların dediklerini uyguladıkları için Türkiye’de aslında bir barış vardı ve o barışı bozdular. O barışı kim bozdu? Bomba atanlar bozdu, mayın döşeyenler, barikat kuranlar bozdu. Bu barışı devlet, hükümet ya da AK Parti bozmadı, terör örgütü bozdu.

TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KULAĞINA “MISIR’DAKİ GİBİ DARBE OLACAK, BARIŞI BOZUN” DİYE FISILDADILAR

Terör örgütü çözüm sürecini niye bozdu?

Terör örgütünün kulağına birileri fısıldadı, “Bunu yapmayın, bu silahları buradan çıkarmayın, bunlar size lazım olacak. Biz hükümeti deviriyoruz, AK Parti’yi deviriyoruz, Tayyip Erdoğan da gidiyor. Bak Mısır’da darbe yapıldı, gördünüz. Aynısı Türkiye’de de olacak, burada da yapıyoruz. Bunu bozun” dediler. Süreci bozan, barışı bozan onlar. Hükümetin bozduğu bir şey yok. Hükümet sadece inşa etmeye çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt vatandaşları, bizim gibi insanlar, kardeşlerimiz, bu sistem reforme edildikçe, Türkiye’nin sorunlarının çözümü kolaylaştıkça rahat edecekler ama örgüt rahatsız oluyor çünkü örgütün çıkarı başka yerde. Onun çıkarıyla, Kürtlerin çıkarı aynı yerde değil. Onlar başka bir şeyin peşinde. O kadroların, oradaki şişman teröristlerin kendi çıkarları, kendi gelecekleri söz konusu. Bu da Kürtlerle alakalı değil. Onların Kürtler için bir talebi yok. İlk defa, 90 yıllık sistemin kodları dışında düşünen, kucaklayan, evrensel değerlerden beslenmiş bir parti, bir parti programı, bir hükümet, bütün bunların devlet katındaki uygulamaları var. Bunu sürekli sabote ediyorlar, tahrip ediyorlar, provoke ediyorlar. Bu Kürtler için değil, bu onların efendileri için. Efendilerin hesabına çalışıyorlar. Ortadoğu’yu karıştırmak, kan gölüne çevirmek isteyenlerin hesabına yapıyorlar. 

BÖLGEDE BEKLENENİN ÜZERİNDE “EVET” OYU ÇIKACAK

Diyarbakır’da referanduma giderken halkın nabzı nasıl atıyor?

Her gün giderek artan oranda, vatandaş tarafından sistem değişikliğinin ve reformun kabulünü, “evet”i görüyorum, inşallah 16 Nisan’a kadar daha da yükseleceğine inanıyorum. Bütün Güneydoğu Anadolu’yu düşünerek söylüyorum, genel anlamda bu bölgede beklenenin çok üzerinde “evet” oyu çıkacağı kanaatindeyim. 

HUZUR ORTAMI BOZULMASAYDI MİLYARLARCA LİRALIK YATIRIM GELECEKTİ

Size en çok hangi talep geliyor?

İş. Buranın huzur ortamını bozmasalardı, bu barikatları, çukurları kazmasalardı, devletin çıkardığı teşvik uygulamaları, teşvik paketleri, şimdiye kadar buraya milyarlarca liralık yatırımın programlanmasını sağlardı. Biraz önce bir üreticimiz geldi, Avrupa ülkeleri üzerinden kuzey komşularımıza domates ihracatı yaptığını anlattı. Bismil’de. Bismil’de bir tane sera yoktu, bizim teşviklerimizle, 450-500 bin metrekare sera var, üretim yapıyor, yurtdışına ihracat yapıyor. Domates serası. 10 sene önce burada böyle bir şey yoktu, şimdi var. Bütün sektörlerde bu mümkündü. Nice yatırımcılar biliyorum, buraya geldiler. Çünkü devlet teşviklerinin en yüksek düzeyde yatırımcılara kolaylık sağladığı bölge burası ama en önemli şey güven ve huzur. 3 tane terörist, istihbarat örgütlerinin teşvikiyle barış ortamını istismar ediyor, bombaları getiriyor, mayın döşüyor, burada iç savaş çıkarmaya çalışıyor. İnsanlar böyle bir ortamda nasıl uzun vadeli büyük yatırım yapsın? Kürt vatandaşlarımızın şu anda en büyük sorunu PKK’dır, başına musallat olmuştur. Hepimizin başımızın belası, Türkiye’nin başının belası. Türkiye’ye enerji kaybettiriyor, Türkiye’ye kan kaybettiriyor. Bunun ipleri başkalarının elinde.

6,5-7 MİLYAR LİRA YATIRIM TUTARI İÇİN BAŞVURU VAR

Özellikle Sur’la birlikte Diyarbakır’ın yeniden inşasında durum nedir?

Gidin, Hz. Süleyman Camii’nin etrafını mutlaka görün, tavsiye ederim. Beş ay önce Diyarbakır’a geldiyseniz, gördüğünüzden çok farklı bir saha görürsünüz. Yaralar sarılıyor. Cazibe merkezleri projesinde Diyarbakır için 6,5-7 milyar liraya yakın yatırım tutarı için başvuru var. Vatandaş şunu görüyor: Türkiye hiçbir dönemde olmadığı kadar, terör örgütleri ile etkin ve etkili mücadele ediyor, hem PKK hem de FETÖ ile.