Röportaj 06.01.2016 00:32

"Daha Yolun Başındayım."

Çağatay Ulusoy, 19 yaşında kurduğu hayallerin çok ötesinde seyreden kariyerinin beyazperde basamağında bir süredir. Şu sıralar “Delibal” filmiyle adından söz ettiren genç oyuncu, GQ dergisine konuştu. Hayaller-hayatlar denkleminde her insanın…

Çağatay Ulusoy, 19 yaşında kurduğu hayallerin çok ötesinde seyreden kariyerinin beyazperde basamağında bir süredir. Şu sıralar “Delibal” filmiyle adından söz ettiren genç oyuncu, GQ dergisine konuştu.

Hayaller-hayatlar denkleminde her insanın payına, neredeyse her gününe kahrederek uyandığı ve öyle sürdürdüğü bir yaşam düşmüyor. Aramızda gezinen şanslılar var. Hayal bile edemediği noktaya gelen, orada kalan, hatta yetmezmiş gibi onu aşmak için çabalayanlar mevcut. Bir tanesiyle tanıştım. 2009 yılında gazetecilik yoluna girince yavaş yavaş gitmeyi bıraktığım İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin Bahçeköy’deki kampüsüne aynı günlerde adım attığımız, o günlerde basketbol antrenörü olma hayali kurarken, 25’ine geldiğinde “Los Angeles’ta ev alacağım şimdi” cümlesini kurabileceği bir hayata kavuşan biriyle hem de. Çoğumuz için aklımıza düşmeyecek kadar uzak bir hayal.

Karşımdaki kişinin 19 yaşındaki haliyle aynı kampüste karşılaşmışlığımız, okula aynı otobüsle gitmişliğimiz olabilir; hatta belki kantinde komşu masalarda oturmuşluğumuz da. Ama şimdi masanın öbür tarafında sorularımı bekleyen 25 yaşındaki Çağatay Ulusoy, artık beyazcamdaki dizilerin ardından beyazperdedeki filmleriyle de, bambaşka bir yerde. Söylediklerimden haset sonucu çıkmasın. Öyle değil. Hem onunla rekabet edecek değilim; ne o kadar yetenekliyim ne de o kadar yakışıklı. Kendine güvenen çıksın karşısına, benden pas. Ben ancak soru sorabilirdim ona, sordum da zaten.

“Çok heyecanlanıyorum, bir türlü atamadım şu hissi” diye giriyor söze. Bir şeyler sormaya yeltenince “Burada soruları ben sorarım” çıkışıyla “Hayat nasıl gidiyor?” tonunda başlıyorum sorguya. Muhtemelen siz bu sayfaları okurken çoğu yayında göreceğiniz, televizyonda fragmanlarını izleyeceğiniz, başrolünde oynadığı Delibal filminden bahsederek yanıtlıyor. Aklı fikri orada çünkü: “Keyfim iyi. Biraz heyecanlıyım şimdi, sinema var. Bu çok sahiplendiğimiz bir proje. Yaklaşık 1.5 sene önce çıktı fikir ortaya. Medcezir’in ilk sezonu bitmeden daha, sinema yapmak istiyordum. Yönetmenimiz Ali Bilgin’e, abi sinema yapalım, daha değişik bir şey yapalım, derin bir konusu olsun dedim. Tamam, konuşalım yapımcıyla (Kerem Çatay) dedi. Gittik konuştuk, kurun ekibi dediler, senaristler ayarlandı, geliştirildi proje...”

Detay vermeden Delibal’dan bahsedeyim biraz. Kabına sığmayan, hipster, davul çalan, üniversitede mimarlık okuyan Barış (Çağatay Ulusoy), gözü derslerinden başka hiçbir şey görmeyen, burslu, başarılı sosyoloji öğrencisi Füsun’a (Leyla Lydia Tuğutlu) âşık olur ve olaylar gelişir. Bir kopya daha vereyim hadi: Acıklı bir film. Gerisini izlersiniz artık. Çağatay Ulusoy’un filmle ilgili sunuşu ise şu: “Yapılmayan bir şey yapmak, değişik olmak, fark yaratmak istedik. Güzel olduğunu, seveceklerini düşünüyorum. Elimizden geleni de yaptık.”

“Elimizden gelen” dediği, lafın gelişi değil. Bu film için beş ay müzisyen Serkan Ayman’dan davul dersi almış. Daha önce 17 yaşında çalmaya başladığı gitarın yanına davulu da eklemiş böylelikle. Enstrümanı önemli görüyor: “Filmde karakterin bir enstrüman çalmasını istedim, bir enstrümanı olsun dedim renk katmak için. Başta zor geldi nasıl yetiştireceğim diye. Sonra Serkan Ayman’la tanıştık, konuştuk. Kulağın var, kolay olacak, kısa sürede kaparsın dedi. Öyle de oldu. Çok hevesliydim, davul çalmayı çok istemiştim. Bence bir oyuncunun enstrümanla alakası olması lazım. İşe, görsele renk katıyor. Enstrüman üzerinden bile bir konu kurabilirsin filmde. Ucu açık bir şey. Ne kadar çok şey bilirsen o kadar farklı karaktere girebilirsin. Medcezir’de gitar çalmayı biliyordum, alıyordum elime, yazıyorlardı senaryoda, gitar çalıp şarkı söylüyordum.”

Filmde canlandırdığı, benim “hipster” dediğim, Ulusoy’un “underground” olarak nitelediği karakter, gerçekte onun tam tersiymiş. “Benimle çok alakasız. O kadar hiperaktif bir insan değilim. Biraz daha ağırbaşlıyım ona göre. Düşünmeden yapıyor o her şeyi, ben her adımımı düşünüp atarım” diyor. Ki buna fotoğraf çekiminde tanık da oluyorum. Bir video çekimi yapılıyor, bittikten sonra menajeri, “Birazdan ‘Ya olmadı, tekrar çekelim’ diyecek” diye anlatıyor onun tereddütlü halini. Gerçekten öyle oluyor: “Tekrar çekebilir miyiz?”

“Tereddütlüsün, çok düşünüyorsun” dediğimde başlıyor açıklamaya: “Temkinliyim diyelim ya… Yaptığımız işin güzel olmasını istiyorum, sadece o yüzden yani. Çünkü bir kere hakkım var. O çıktı mı çıkıyor. Bazen çekimlerde oluyor, filmde de oldu; kendimi yetersiz gördüğüm yerlerde rica ediyorum, bir kere daha çekebilir miyiz diye. Dizide genelde öyle bir şeye hakkımız var ama orada inanılmaz yoğun tempoda çalıştığın için sürekli bunu yaparsan itici bir hal alabiliyor. O yüzden sinema daha iyi hissettiriyor bana, daha kendimden emin oluyorum yaptığım işte. Zamanımız var çünkü. Bunda da öyle oldu. Bazı zor sahneler vardı, bir-iki kere daha istedim. Sağ olsun hocamız kırmadı bizi.”

Filmde birkaç kez çektikleri sahneleri de anlattı ama izlemeyenlere gidişata ilişkin tüyo vermiş olurum. Hiç söylemeyeyim. Önümüzdeki eylül ayında yeni bir diziye başlayacağını, bunun için ta geçen ağustosta çalışmaya başladıklarını, kendi tabiriyle “daha crime” bir iş olacağını, bu nedenle ABD’de silah eğitimi aldığını söyleyebilirim ama. Detaylar belliymiş ama deklare edilmemiş henüz. 

Yoğun bir hayat yaşıyor. Dostu yok mu, neler yapıyor; merak ediyorum. Anlatıyor: “Çocukluğum Avcılar tarafında geçti, çokça çevrem orada. Ailemi görmeye gittiğim zaman görüşebiliyorum oradakilerle. Genelde dizide çalıştığım arkadaşlarımla boş zamanlarımız aynı günler olduğu için onlarla bir araya geliyoruz. Çok dostum diyebileceğim arkadaşım yok, tanıdığım çok var ama çekirdek bir çevrem var. Toplasan 10 kişiyi geçmez. Onlar da sektörel insanlar. Konuşacak çok konumuz oluyor. Güzel muhabbet ediyoruz.”

İş arkadaşlarıyla çok vakit geçirmesini olumlu görüyor. Bunun insan tanımak için avantajlı olduğunu düşünüyor: “Medcezir de, Adını Feriha Koydum da çokça arkadaşlık kattı hayatıma. Hâlâ görüşüyorum.”

Karakter oyunculuğu? Belki…

2010 Best Model’i kazanması, ardından başlayan dizi kariyeri ve nihayetinde beyazperde, aklıma benzer bir seyir izleyen Kenan İmirzalıoğlu’nu getiriyor. 1997’nin Best Model’i İmirzalıoğlu, Deli Yürek dizisinin ardından Uğur Yücel’le oynadığı Alacakaranlık dizisi ve Yazı Tura filmiyle karakter oyuncusu olarak anılmaya başlamıştı. Ulusoy’un da benzer bir yola girip girmediğini soruyorum: “Feriha dizisiyle başladım. İlk defa öyle kamera karşısına geçtim. Hiçbir şey bilmiyordum; teknik anlamda da, oyunculuk anlamında da. Ama zamanla kafaya koydum bu mesleği yapmayı. Kendimi geliştirmek için elimden ne geliyorsa yapacağım dedim. Yaşamımı bununla idame ettiriyorum. Şunu hissediyorum; Feriha’yla Medcezir arasında fark vardı. Medcezir’le de Delibal arasında fark var. Yani iyi bir yolda gittiğimi düşünüyorum. Bu hem izleyici için hem de kendi manevi tatminim için önemli. Değişik şeyler yapmak istiyorum, üzerine kata kata gitmek istiyorum. Önümüzdeki dizi de Delibal’dan daha farklı olacak. Geliştiğimi hissediyorum.”

Bu gelişme heyecan da yaratmış tabii. “Sinemanın daha çekici bir yanı var. Sorumluluğu büyük. O yüzden heyecanlıyım, gerginim. Gelecek yorumları merakla bekliyorum. Fragman yayınlandı, izleyenler çok güzel yorumlar yaptı. Çok mutlu oldum. Yani nasıl diyeyim... Heyecanlıyım. Uzun zamandır bu kadar heyecanlanıyorum” derken, Medcezir’in ilk bölümünün yayınlandığı tarihten beri ilk kez böyle bir ruh halinde olduğunu anlatıyor. 2.5 yıl geçmiş aradan: “Emek veriyoruz ve iyi bir şey çıkmasını istiyoruz, elimizden geleni yapıyoruz. Çok zaman harcıyoruz. Bütün zamanımız sette geçiyor. Heyecanlanmam, gergin olmam çok normal bence.”

YİNE ELEŞTİRİRSE, ÖZELLİKLE YAPIYOR DERİM

Lafı eleştirilere getirdiğimde konu derinleşiyor. Eleştirilere açık olduğunu, yorumları dikkate aldığını söylüyor. Filmle ilgili kritikleri mutlaka okuyacak, kendisini daha önce sert eleştiren birkaç kişinin şimdi ne diyeceğini merak ediyor. “Bu filmde ağır eleştiri yaparsa bana taktı, özellikle yapıyor derim” diye başlıyor anlatmaya: “Şöyle bir şey var; insanlara zaman tanınmıyor. Ben yarışmadan çıktım. Takip ediyorum, yeni gelen arkadaşlarımıza da aynısı yapılıyor. Herhalde bu şekilde gidiyor sistem. Bunu da anlamış değilim. Zamanında belki Kenan (İmirzalıoğlu) abiye de oldu, belki Kıvanç’a (Tatlıtuğ) da oldu. Ama benim başıma geldi, onu söyleyebilirim. Yarışmadan çıkıp diziye başlıyorsun, insanlar sana zaman tanımadan eleştirmeye başlıyor. Modeli koymuşlar oraya, model ne anlar oyunculuktan falan filan... Kendini geliştirmene bile fırsat vermiyorlar. Seni demoralize edecek, sert tepkiler alıyorsun bir anda. Acaba diyorsun, yanlış bir şey mi yapıyorum ben? Biraz daha iyi bir şeyler yaptım, yorumlar değişti. Ama hep aynı sistem. Yarışmadan yeni çıkıp diziye giren arkadaşlara yine ağır eleştiriler yapılıyor. Bence bu yanlış. Zaman tanınması lazım.”

HER ŞEYİN BAŞI KARİYER

Yeni bir sayfa açmış hayatında artık ve hiçbir şeyin tadını kaçırmasını istemiyor. Amerikan rüyasını yaşamayı hedefliyor: “Amerika planım çok uzun zamandır var. Dört-beş sene önce bir boşluk bulsam da gitsem, dili geliştirsem diye düşünüyordum. Çünkü yaşamak lazım orada. 2.5 aydır oradayım. Daha yeni yeni alıştım yaşamaya, kültürüne; yeni yeni çevre edindim. Profesyonel eğitim alıp aktörleri hazırlayan kurslara gidiyorum. Bu sene ev alacağım. Daha uzak gelecek planı olarak, bir ayağımın orada olmasını istiyorum. İş yapmaya buraya geleceğim, yaşamak için oraya döneceğim.”

Gönül işlerine pek girmediğimiz sohbetimizde “E evlilik, aile kurmak, çoluk çocuk planları” zarfını da atıyorum ama geri tepiyor: “Şu anda kariyer odaklı gidiyorum, hiç bunları konuşacak zaman değil. Çok erken. Hedeflerim, yapmak istediğim şeyler var. En azından şansımı deneyeceğim Amerika’da. Acele etmek istemiyorum, gerçekten emin adımlarla gitmek istiyorum. O yüzden önce kendimi iyice geliştirip ondan sonra denemeye çalışacağım. Yaş avantajım var.”

OKUL YOLU ÇİLE DOLU

Şu an İstanbul-Los Angeles arası bir hayat kurmayı hedefleyen Çağatay Ulusoy’un, üniversitenin ilk yılındaki Avcılar-Bahçeköy mesaisi hayli meşakkatliymiş. Bahçeköy’ün coğrafi konumundan ben de usandığım için dertleşiyoruz. Anlatıyor: “Üç vesait gidiyorduk zaten. O zaman metrobüs Cevizlibağ’a kadardı. Cevizlibağ’dan iniyordun, otobüsle Zincirlikuyu’ya, oradan 42T miydi 42M mi, ona biniyordun. Yol yoruyordu. O dönem fotoğrafçılık da yaptım. Harçlığımı çıkarmak için okul dönüşü bir ajansta fotoğraf çekiyordum Mecidiyeköy’de. Best Model’e başvuru yaptığım zamanlardı.”

LAKERS SEMTİMİZİN TAKIMI SONUÇTA

Basketbol oynamayı çok seviyor Çağatay Ulusoy, hâlâ da vakit buldukça oynadığını söylüyor. Aktif basketbolculardan Semih Erden’le yakın arkadaş olsa da “O bizle oynamıyor” diyerek, profesyonellerin karşısına çıkmadığını anlatıyor. Los Angeles’a gittiğini söyleyince, Jack Nicholson gibi Lakers kombinesi alacak mı diye soruyorum. Maça gitmiş, kombine belki: “Lakers-Clippers maçına gittim. Çok merak ediyordum ortamı. Televizyonda görüyorsun ama daha büyük, daha devasa her şey, şovları falan. Kombine konusuna gelince, yani Lakers zaten semtimizin takımı... Spor izlemeyi çok sevmem. Futbol da oynadım kendi çapımda, hâlâ halı saha maçlarına katılıyorum. İzlerken keyif almıyorum, neden bilmem. Arkadaşlarım hatta, o huyumu pek sevmezler. Zevk vermiyor bana izlemesi, oynamayı daha çok seviyorum.” 

ABD’NİN İZMİR’İNDE YAŞAYACAK

Neden Avrupa değil de ABD? Şöyle anlatıyor: “Kaldığım bölge çok sıcak ve sıcak yerleri çok seviyorum. Ben İstanbulluyum, annem Boşnak, babam Bulgaristan göçmeni ama İzmir hep böyle ikinci memleketim gibidir. Sürekli giderim, boşluğum oldukça. Los Angeles’ı da oraya çok benzettim, Amerika’nın İzmir’i gibi bir yerde. Havası, insanları bana çok iyi geldi. Bunun işe de yaradığını düşünüyorum. Öyle bir karar aldım. Bundan sonraki hayatımda iş olmadığı sürece burada kalayım, enerji depolayayım, sonra geleyim, burada işe daha güçlü, daha hırslı, istekli sarılayım...”

Bugüne kadar aklınızdaki imajı nasıldı bilemeyiz tabii ama Çağatay Ulusoy bugün bir sinema karakteri olsaydı şöyle özetlerdik: Genç, aklı başında, kendine yatırım yapan, kariyerine önem veren, aşırılıkları olmayan, yakışıklı bir adam!

GQ Türkiye Ocak sayısında