Röportaj 31.12.2020 08:10 Güncelleme: 31.12.2020 08:17

ATO YÖNETİM KURULU BAŞKANI GÜRSEL BARAN: Kanunlar yatırım ortamını etkileyen önemli unsurlar

"Ankara Ticaret Odası olarak biz, öncelikle hukuk ve ekonomi mevzuatlarının sadeleştirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Kanunlar yatırım ortamını etkileyen önemli unsurlar. Vergi Kanunları başta olmak üzere iş hayatını ilgilendiren kanunlar, ticaret ve diğer ekonomi mevzuatının sadeleştirilmeye ihtiyacı var. İmar mevzuatından ihale mevzuatına, reel sektörün ihtiyaç duyduğu yasa ve ikincil düzenlemeler en açık haliyle düzenlenmeli, anlaşılır olmalı. Farklı yorumlara fırsat vermeyecek netlikte ortaya konmalıdır"
ATO YÖNETİM KURULU BAŞKANI GÜRSEL BARAN: Kanunlar yatırım ortamını etkileyen önemli unsurlar

NEŞE BERBER

2020 yılı gerçekten de üzerinde uzun yıllar konuşacağımız bir yıl olarak tarihe geçti. Dünya ekonomisi son iki yıldır ABD-Çin ticaret savaşları, Brexit’e ilişkin belirsizlikler, petrol fiyatlarındaki oynaklık gibi birçok soruna çözüm üretmeye çalışırken, bir yandan da azalan küresel talebi artırarak büyümeyi güçlendirmek için uğraşıyordu. 2020 yılına geldiğimizde tüm dünya bu konuları bir kenara bıraktıracak yepyeni bir sorunla baş başa kaldı. Ancak filmlerde seyredeceğimiz bir tablo hayatımızın ortasına oturdu. Çin’in Wuhan kentinde başlayan koronavirüs salgını tüm dünyayı etkisi altına aldı. Bir salgın, hastalıkla mücadele sürecinin çok boyutlu etkileri oldu. Sağlıktan eğitime, ekonomiden psikolojiye kadar her alanda sonuçları olan bir süreç yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Salgının başından bu yana Türkiye sağlık alanında süreci çok büyük başarıyla yönetti. Dinamik yapısıyla kısa sürede maske, önlük gibi üretimleri gerçekleştiren Türkiye, kamu, özel sektör ve üniversite iş birliğiyle 15 gün gibi kısa bir sürede solunum cihazı da üretip ihraç etmeyi başardı. Büyük umutlarla girdiğimiz 2020, tam bir felaketler yılı olarak geçti. Pandemi dolayısıyla sadece insanların değil ülkelerin planları da altüst oldu. ATO Başkanı Gürsel Baran’la dünyada ve ülkemizde ekonomide yaşanan tüm gelişmeleri konuştuk.

Dünya ekonomisinde dengeler yeniden mi şekilleniyor?

2021 yılında bu gelişmelere de tanık olacağız. Kasım ayında Asya-Pasifik bölgesinde dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması imzalanmıştı. RCEP adıyla anılan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık, dünya Gayri Safi Milli Hasılası’nın üçte birini üreten 15 ülkeyi kapsıyor. Küresel üretim zincirlerini etkileyecek bu ortaklık, dünyadaki bloklaşma ihtimalini de güçlendiriyor.

Asya ile Avrupa’nın kesişme noktasındaki Türkiye’nin bu gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değil. Sadece coğrafi konumumuz nedeniyle kurulmuş ve kurulacak olan birçok blokla irtibatımız olacak. Çin’in “Tek Kuşak Tek Yol” projesindeki “yol” Türkiye’den de geçiyor ve Türkiye bu “yolu” tamamlamak üzere yatırımlar gerçekleştirdi.

Pandeminin ülke ekonomilerindeki etkilerinin ne kadar sürede telafi edileceğini şimdiden tahmin etmek güç. Ancak Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkelerin turizm gelirleri önemli ölçüde düştü. Türkiye’nin bu noktada sadece deniz turizmiyle değil, sağlık, kongre ve kültür turizmiyle de ön plana çıkacak şekilde yeniden bir yapılanma içerisine girmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Tüm bu koşullar altında 2021 yılı için iyimser beklentiler içerisindeyiz. Son yıllarda savunma sanayi başta olmak üzere yerli ve milli üretim konusunda mesafe kat eden Türkiye, yerli ve milli imkânlarla gerçekleştirdiği savunma sanayi ürünleriyle kardeş ülke Azerbaycan’ın yanında, 30 yıldır sorun olan Karabağ’ın 44 günde özgürlüğe kavuşmasına katkı sağladı. Savunma sanayimizde yerlilik oranı bugün yüzde 70'lere ulaşmış durumda. Bu alanda başarı sağlayan sistemi, imalat sanayinin diğer alt sektörlerine de uygulayacak modeli hayata geçirip ara malında ithalata bağımlılığı azaltmalıyız. İmalat sanayimizin her türlü ürünü üretebilecek kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi riski az, güveni yüksek, kazancı tatminkâr bir cazibe merkezi haline getirmekteki kararlılığını ifade etmişti. Kıtaların kesişme noktası olan Türkiye, bulunduğu coğrafya itibariyle çeşitli avantajlara sahip bir ülke. Ekonomi ve hukuk alanında hayata geçirilecek reformlarla birlikte daha da cazip bir ülke haline gelerek yatırım çekmeye devam edecektir.

Ankara Ticaret Odası olarak siz nasıl bir yol çiziyorsunuz?

Ankara Ticaret Odası olarak biz de normal gündemimizi bir kenara bırakıp çalışmalarımızı, pandemi nedeniyle getirilen sınırlamaların üyelerimiz üzerindeki etkilerini hafife indirmeye yoğunlaştırdık. Temennimiz odur ki, 2021’in ilk çeyreğinde pandeminin etkilerinden kurtularak yeniden çalışmaya, üretmeye, ihracat yapmaya, şehrimizin ve ülkemizin ekonomisini geliştirmeye odaklanalım. Yerli ve milli üretim, yurt dışı uçuşlar, Ankara Fuar ve Kongre Merkezi inşaatının tamamlanması gündemimizdeki konular arasında yer almaya devam edecek.

Üyelerimizin yeni koşullarda ihracat yapabilmesini sağlamak için ihtiyaç duydukları yeterliliğe sahip olmaları konusunda başladığımız “E-Ticaret ve E-İhracat Seferberliği” çalışmalarına devam edeceğiz. “Ankara Ticaret Akademisi” adıyla kurduğumuz eğitim platformu ile üyelerimizin ihtiyaç duyduğu tüm alanlarda zaman ve mekân sınırı olmadan eğitim almalarını sağlayacağız. Üyelerimizin ihracat yapabilmelerini sağlamak amacıyla bu konuda ihtiyaç duydukları destekleri vereceğiz. Ankara’nın kalkınmasına öncülük edeceğiz.

Bölgesel kalkınmanın önemli bir aktörü olarak, kent dinamiklerini harekete geçirip bölgesel kalkınma sürecine katma değer sağlayacak çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu kapsamda, bölgesel kalkınmaya yönelik faaliyetlere her türlü desteği vereceğiz. Yöresel ürünlerin katma değerini artırmak, üreticinin emeğini kıymetlendirmek ve Ankara’yı bu ürünlerin ihracatı için merkez haline getirmek amacıyla yürüttüğümüz çalışmalara devam edeceğiz.

Marka bilincini geliştirmek, firmalarımızı markalı ürünler üretmeye teşvik etmek, şehrimizde marka iklimi oluşturmak, Ankara’dan ulusal ve uluslararası markalar çıkmasını sağlamak ve katma değer sağlayan işletmelerimizin tanıtımına katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz çalışmalara devam edeceğiz. Üyelerimizin ticari mekân ihtiyaçlarının karşılanması, üretim ve ticaret hacimlerinin artırılması amacıyla Ankara’da yeni ticaret ve sanayi bölgelerinin, teknoloji geliştirme bölgelerinin ve ticaret sitelerinin oluşturulmasına öncülük edeceğiz. Bu çalışmalarımızı sosyal sorumluluk projeleriyle de destekleyeceğiz.

Türkiye hızlı büyüme sürecinde. Ekonomide reform, hukukta reform hareketine hazır mısınız ve reform hakkında düşünceleriniz ve beklentileriniz nelerdir?

Evet, Türkiye hızlı bir büyüme sürecinde. Tüm dünyayı kasıp kavuran salgına rağmen üçüncü çeyrek verilerine göre OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkeleri arasında büyüme kaydeden tek ülke durumunda. Tabi Türkiye döviz açığı veren bir ülke olduğu için bu açığın finansmanı çok önemli. Bildiğiniz üzere döviz açığını kapatmak için ihracat gelirleri, turizm gelirleri gibi döviz getirici faaliyetlerin yanı sıra, doğrudan yabancı yatırımlar ve portföy yatırımları da çok önemli. Tabi bunların yanı sıra ithalatı azaltmak ve bunun için ikame edici sanayileşmeyi ön plana çıkarmak gerekiyor ki Türkiye son yıllarda bu konularda da önemli çalışmalar yaptı ancak konumuzun dışında kaldığı için değinmiyorum. Türkiye mevcut koşullarını daha da ileriye taşımak, yatırım ve üretim ortamını geliştirmek için ekonomi ve hukukta reform yapmak üzere çalışmalara başladı.

Bu reform kapsamında her kesimin beklentisi olabilir ve bunlar birbirinden de farklı olabilir. Ankara Ticaret Odası olarak biz, öncelikle hukuk ve ekonomi mevzuatlarının sadeleştirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Kanunlar yatırım ortamını etkileyen önemli unsurlar. Vergi Kanunları başta olmak üzere iş hayatını ilgilendiren kanunlar, ticaret ve diğer ekonomi mevzuatının sadeleştirilmeye ihtiyacı var. İmar mevzuatından ihale mevzuatına reel sektörün ihtiyaç duyduğu yasa ve ikincil düzenlemeler en açık haliyle düzenlenmeli, anlaşılır olmalı. Farklı yorumlara fırsat vermeyecek netlikte ortaya konmalıdır.

Katma Değer Vergisi sistemi örneğin. Karmaşık bir sistem. Yüzde 0,1,8,18 gibi ayrı ayrı oranlar uygulanıyor. Hammaddede yüzde 18 iken nihai üründe yüzde 1 olarak uygulanabiliyor. Aradaki farkla mahsup edilemeyen bir katma değer vergisi ortaya çıkıyor. Bu vergiler birikerek hem iş dünyasının hem de hükümetin gündeminde sorun olarak yer alıyor. KDV’nin basit bir şekilde düzenlenerek tek bir oranla uygulanması çözüm olabilir. Bu süreçte birikmiş KDV alacakları da sigorta ve vergi borçlarına mahsup edilebilir.

Mahkemelerde yargılama süreleri çok uzayabiliyor. Bu durum iş dünyamızın hızını olumsuz etkiliyor. Her şeyin hızla değişip dönüştüğü çağımızda yargılama hızımız gerçeklerle uyuşmuyor. Hukuk reformu söz konusu olduğunda hızlı yargılamanın öncelikli olarak ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Sıcak para yerine yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye girişinin teşvik edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bunun için de yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik çalışmalara devam etmek ve buna gerek yurt içinde gerekse yurt dışında ekonomi diplomasisini eklemek, kendimizi en doğru ve güzel şekilde ifade etmek zorundayız.

Kurumsal yapının ve hukuk sisteminin güçlendirileceğine, reformlara hız verileceğine yönelik mesajlar, iş dünyasında nasıl algılandı?

Tabi çok pozitif algılandı. Türkiye’nin 2002 yılından bu yana aldığı mesafe bugün konuştuğumuz reform konusunda da mesafe alınacağını gösteriyor. Türkiye’de bir konuya bakarken tek taraflı bakmak yeterli olmaz. Türkiye, Avrupa ile Ortadoğu’nun kesiştiği coğrafyasından siyasi, ekonomik ve kültürel olarak büyük ölçüde etkilenmektedir. Bulunduğumuz coğrafya sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarının yaşandığı kritik bir konuma sahip. Hal böyleyken üzerinde yazılan senaryoları yırtıp atarak yepyeni bir senaryoyu yazmak ve inşa etmek ya da başka bir söyleyişle kendi reçetesini yazmak zaman ve eylem açısından bir strateji gerektiriyor. Bu nedenle Türkiye’nin işi tarih boyunca da kolay olmamıştır bugün de kolay değil. Bunu biliyoruz ancak Kurtuluş Mücadelesini başlatmış ve yoklarla bir ülke inşa etmiş milletiz. Bu ülke, ekonomide ve hukukta reformlar da yapar, en iyi şekilde uygular da. İş dünyamız da reformlar hakkında olumlu bir beklentiye sahip. Bu ülke bizim. Ülkemizde yatırım ve üretim yapmayı seviyoruz bunu tercih ediyoruz. Ekonomide ve hukukta koşulların iyileşmesi hepimizin ortak arzusudur. 

Ödedikleri vergi, yaptıkları yatırım, üretim ve ihracat ile Ankara’ya ve Türkiye’ye çok şey kazandıran üyeleriniz pandemi döneminde neler yaşadı?

Ekonominin çarklarını döndüren 160 bin civarında üyemiz var. Üyelerimiz yatırımları, üretimleri, ihracatları, istihdamları ve ödedikleri vergilerle Ankara ve ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar. Şu dönem pandemi nedeniyle elbette sıkıntılar var ancak üyelerimizin ülke ekonomisine katkısı büyük. Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti olmasının yanı sıra iller sıralamasında Türkiye’nin beşinci en büyük ihracatçısı konumunda. 2019 yılı verilerine göre, Türkiye’deki gelir vergisi mükelleflerinin yüzde 7,05’i, kurumlar vergisi mükelleflerinin ise yüzde 10,78’i Ankara’da bulunuyor. Üyelerimizin hizmet sektöründe yer alan bölümü çok zor günler yaşadı hala da yaşamaya devam ediyor. Salgının ilk döneminde kapanmalar olmuştu. Bu dönemde destekler ve ertelenen ödemeler sektörlerin süreci geçirmesini kolaylaştırdı. Ancak devam eden normalleşme sürecinde ciroların çok düşük kalması ve ardından gelen ikinci kapanmalar özellikle hizmet sektörünü derinden etkiledi. Kahvehane, kıraathane, kır bahçesi, internet kafe/salonu, elektronik oyun salonları, bilardo salonları, lokaller, çay bahçeleri, halı sahaları, nargile salonları kapalı durumda. Alışveriş merkezleri, marketler, berber ve kuaförler gibi işletmelerin çalışma süreleri sınırlandırıldı. Otel, restoran, lokanta, seyahat acenteleri, öğrenci yurtları, kantin işletmecileri, şehirlerarası yolcu taşımacılığı yapan işletmeler, ilaç ve tıbbi cihaz üreticileri, ayakkabıcılar, kırtasiye üretici ve satıcıları ile özel eğitim kurumları çok zor günler yaşıyor. İşletmeler ya kapalı ya da düşük cirolarla çalışıyor ama kiralar işliyor, sabit giderler devam ediyor. Kredi borçları duruyor. Tabi bu işletmelerin tedarik zincirini oluşturan diğer işletmeler de sıkıntı içinde. Üyelerimizle sürekli on-line olarak toplantılar yapıyoruz. Sektörel durumları dinliyor, çözüm önerilerini notlar alıyoruz. Üst kuruluşumuz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlara iletiyoruz. Tabi hatırlayacaksınız, Nisan-Haziran dönemine ilişkin beyanname ve bildirgelerden doğan SGK prim borçları, muhtasar beyannamelerden doğan vergi borçları ile KDV borçları yılın son üç ayına yığılmıştı. Cari dönemden doğan vergi ve SGK prim borçları da var. Bu ödemeler yapılamıyor, az önce söylediğim gibi kiralar ve diğer ödemeler de birikmiş durumda. Ciro yapamayan bu kesimler için yeniden mücbir sebep ilan edilmesi gerektiğini ifade ettik. Restoran lokanta gibi işyerlerinin HES Kodu ile yeniden açılması ve tüm pandemi önlemleri hayata geçirilmiş bir şekilde faaliyetlerini sürdürmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tabi bu sadece bizim ilimizde ya da ülkemizde yaşanan bir sorun değil. Dileğimiz en kısa sürede bu sürecin atlatılması ve çarkların yeniden dönmeye başlaması.

Yerli ve milli üretimin önemi artık herkes tarafından kavrandı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Dünyada ve ülkemizde siyasetten ekonomiye, sağlık politikalarından sosyal politikalara kadar her alanda bir değişim ve dönüşüm yaşanıyordu zaten, pandemiyle birlikte bu hızlandı ve bildiğimiz bütün ezberler bozuldu. Salgını yavaşlatmak için bütün ülkelerde tedbirler uygulanmaya başlandı. Sınır kapılarını kapatmak, özellikle salgının yoğun olarak yaşandığı ülkelerden giriş ve çıkışları sınırlandırmak, uçak seferlerini iptal etmek alınan ilk tedbirlerden oldu. Yani aslında tüm dünya ülkeleri salgında ilk olarak kapılarını birbirine kapatmış oldu. Kapılar kapandığında da içerde ne olduğu ön plana çıktı. Yani yerli ve milli üretim. Ülkemiz Kovid-19 salgın sürecinde, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük bir kararlılıkla başlattığı ve asla taviz vermediği milli kalkınma hamlesinin avantajlarını yaşadı. Başta savunma sanayii, sağlık sektörü ve teknolojik yatırımlar olmak üzere yerli ve milli imkânları her alanda en üst seviyeye çıkarmaya yönelik atılan kararlı adımlar, pandemiyle mücadelede Türkiye’yi diğer ülkeler karşısında öne geçirdi.

İlaç, malzeme, tıbbi cihaz başta olmak üzere sağlıkta yerli ve milli döneme geçilmesi pandemiyle mücadelede sağlık sistemimizin güçlü olarak ayakta kalmasını sağladı. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı koordinesinde, Sağlık Bakanlığı’nın iş birliğiyle yerli firmalarımızın geliştirdiği yoğun bakım solunum cihazı bu süreçte kullanılmaya başladı. Koronavirüs salgını nedeniyle değişen çalışma hayatı, eğitim, sosyal yaşam, hizmet sektörü dijital dönüşümde atılan yerli ve milli adımlar sayesinde aksamadan devam etti. Son dönemde dışa bağımlılığı azaltarak yerli ve milli üretim yaptığımız savunma sanayii başta olmak üzere, teknoloji alanında da üretimimiz sürdü.

 Bu açılardan bakıldığında koronavirüs sonrası dünyanın gideceği yön, Türkiye’de son yıllarda yerlileşme ve millileşme konusunda atılan adımların haklılığını ortaya koyuyor. Gerek ekonomi gerek siyasette özellikle hızlı ve etkin kararların alınmasına yönelik dönemler ile tüm dünyayı etkileyen kriz süreçlerinde “kendi kendine yetebilen bir ülke” olmanın olumlu sonuçlarını yaşadık. Şimdi aşı konusu gündemde. Üretilen aşılardan tabi ki tedarik gerçekleştireceğiz. Ancak kendi aşımızı yapma çalışmalarımız da devam ediyor. Erciyes Üniversitesi Aşı Araştırma ve Geliştirme Merkezi tarafından üretilen yerli aşının faz 1 çalışmaları yanlış bilmiyorsam bu aralar tamamlandı. Bunlar çok önemli gelişmeler.

 Tedarik süreci ve maliyet konularında zorluk yaşanan ürünlerin ülkemizde üretilmesi, diğer ülkelere bağımlılığımızı azaltırken diğer taraftan pandemi sonrası yeni normalleşmede Türkiye’nin alternatif küresel üretim gücü merkezi haline gelebileceğinin sinyallerini vermiş oldu. Tüm dünya ülkelerinde küçülme yaşanırken, ülkemizde çarklar durmadı ve üretim devam etti. Yerli ve milli üretimin desteklenmesi sayesinde Türkiye virüsü güçlü bir şekilde karşıladı ve ilk çeyrekte yüzde 4,5 oranında büyüdü. İkinci çeyrekte yüzde 9,9 daralma yaşansa da üçüncü çeyrekteki 6,7’lik büyüme moralleri yükseltti. Bu yılın tamamı için de daha iyimser bir tablo olmasını bekliyorum. 2020’nin Türkiye’nin yerli üretim ve ihracata dayalı büyümesi için önemli bir yıl olarak kayda geçeceğine inanıyorum. Ülkemizi, dünyanın üretim ve yatırım merkezi haline getirecek fırsatları avantaja çevirecek adımları ivedilikle atmamız gerekiyor.