Röportaj 25.04.2017 03:00 Güncelleme: 25.04.2017 00:57

"Dünya'nın en önemli şehri İstanbul'da müftü olmak büyük bir sorumluluktur"

"Dünya'nın en önemli şehri İstanbul'da müftü olmak büyük bir sorumluluktur"

Ümit Gülbüz CEYLAN 

İstanbul’un yeni müftüsü Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz hocamızı Diyanet işleri Başkanlığı Yardımcılığından tanıyoruz. Üç ay önce İstanbul’a geldi ve gelir gelmez çok yoğun bir görüşme trafiği içine girdi. Bu yoğun gündemi içinde YeniBirlik gazetesini geri çevirmeyerek bizimle röportaj yaptığı için kendisine teşekkür ediyoruz. Muhteşem Süleymaniye Külliyesi içerisinde İstanbullulara hizmet vermekte olan İstanbul Müftülük binasındaki makam odasında röportajımıza başlıyoruz.

m4

ÜMİT GÜLBÜZ CEYLAN: Muhterem hocam. Dünyanın en kadim şehirlerinden olan dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin, farklı dillerin, ırkların, mezhep ve meşreplerin bir arada yaşadığı İstanbul’a müftü olarak tayin edilmeniz bir İstanbullu olarak bizi sevindirdi. İstanbul, Osmanlı’ya payitahtlık yapan, aynı zamanda dünyanın en önemli metropollerinden biri, itibarlı, büyük bir şehir. Böyle bir şehirde müftü olmak bir ayrıcalık olsa gerek. İstanbul’da müftülük yapmanın sizce nasıl bir değeri ve özel bir anlamı var? Ne gibi sorumluluklarınız var? 

Prof. Dr. HASAN KÂMİL YILMAZ: Evet, İstanbul tarihte iki imparatorluğa ve Osmanlı Devleti’ne payitahtlık yapmış güzel bir şehir. Gerçekten kültür ve medeniyet şehri, hâlâ bu medeniyetlerin izlerini bu büyük şehirde görmek mümkün. Bu bakımdan “İstanbul” deyince medeniyeti, insanlığı ve güzellikleri hatırlıyoruz. Ben şahsen “İstanbul” deyince önce beyefendiliği, İstanbul hanımefendiliğini, İstanbullu olmanın nezaket ve zarafetini hatırlıyorum.

Tabii İstanbul’da olmak vatandaş olarak güzel bir şey, ama İstanbul Müftüsü olarak burada görev yapıyor olmak, elbette büyük bir sorumluluk. Çünkü sonuçta bizim şu anda bulunduğumuz bu makam, vaktiyle Meşîhat olarak bilinen Şeyhülislamlığın barındığı bir makam. Fizikî olarak da1827’den 1924’e kadar Şeyhülislamlık, Meşîhat makamı bu binada bulunmuş.

1924’de Meşîhat-ı İslâmiye veya Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılıp, yerine merkezi Ankara’da bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı kurulunca buraya “İstanbul Müftülüğü” ikame edilmiş. 

İstanbul medreseleriyle, tekkeleriyle, çok farklı kültürlere mensup insanları ve tarih boyunca çizdiği güzel insan dokusuyla bir medeniyet şehri.

Evet, ülkemiz hukukî olarak Ankara’dan idare ediliyor doğru ama Türkiye’nin medeniyet, ticaret, medya merkezi ve dünyaya açılan yüzü İstanbul’dur. Tarihî olarak düşündüğümüz zaman da Meşîhat’ın devamı olması bakımından İstanbul’un ve İstanbul Müftülüğünün, bizim “Gönül coğrafyası” dediğimiz Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Orta Asya’daki algısı çok farklıdır. Bu insanlarımız Ankara’yı ve Diyanet İşleri Başkanlığını çok bilmez, ama İstanbul Müftülüğünü bilir.

Hattâ şunu söylersem abartmış olmam; “Gönül coğrafyası” dediğimiz Balkanların, Kafkasların ve Orta Asya’nın iki kıblesi vardır. Bu kıblelerden birisi Mekke’deki Kâbe-i Muazzama’dır, öbürü İstanbul’dur. Hacca giderken bile, Orta Asya, Kafkasya ve Balkan insanları İstanbul’a uğramadan, İstanbul’a ayağını değdirmeden Hacca gitmez.

Hiç unutmuyorum; 1989 yılında, komünizmin yeni dağılmaya başladığı süreçte, Uygur Türkleri Hacca gitmek üzere İstanbul’a geldiler, burada 1,5-2 ay kaldılar, misafir oldular. “Ya, Hacca gideceksiniz siz, oradan gönderelim sizi” deyince “Yok” dediler, “biz İstanbul’dan Hacca gideriz”. “Bizim için İstanbul da bir kıbledir” dediler.

ÜMİT GÜLBÜZ CEYLAN: Hilafet makamının da daha önce Osmanlı’da olmasının bir anlamı vardır diyebilir miyiz?

Prof. Dr. HASAN KÂMİL YILMAZ: Tabii, yani Hilafet makamı, medeniyet merkezi ve insanların kalbi. Peygamber Efendimiz: “İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan; ne güzel kumandan, onu fetheden asker, ne güzel askerdir” buyurmuştur. İstanbul’un Fethi’nin gerçekleşmesinde bu sözün büyük bir etkisi ve payı vardır.  Bir de İstanbul’u fizikî olarak gelip gören, medeniyet olarak burayı soluklayan, bir kere de olsa buradan geçen bir insan; kendi hayatında onun tesirini görüyor. Son 40-50 senedir süren çarpık yapılaşmaya rağmen İstanbul’un o tarihî dokusu, coğrafî yapısı ve Doğu-Batı arasındaki köprü olma özelliği itibariyle hep ayrı bir yeri olagelmiştir. 

Ben bu bakımdan, İstanbul Müftüsü olarak görevlendirilmiş olmaktan dolayı büyük bir onur duyuyorum ve Cenab-ı Hakk’a hamd ediyorum; ayrıca beni göreve lâyık görenlere teşekkür ediyorum. Elbette bu vazifeyle birlikte daha çok sorumluluk hissediyorum. İstanbul’da 15 milyon insanın bir hizmet beklentisi var. İslam dünyasının, Türk dünyasının İstanbul’dan beklentisi var; taleplerini Ankara’dan önce İstanbul’a ulaştıran insanlar var. Prosedürü bilenler, “Aman, önce bir İstanbul Müftülüğüne uğrayalım, orasıyla bir görüşelim, ondan sonra Ankara’ya gideriz” derler. Dolayısıyla bütün bunlar bize, buradaki sorumluluğumuzun mertebesini gösteriyor. Tabii baktığımız zaman da, İstanbul gerçekten her şeyin en güzeline lâyık. İnsanın en güzeli de, en kötüsü de burada, onu da söylemiş olayım. Yani iyinin en iyisi var, kötünün en kötüsü var…  

ÜMİT GÜLBÜZ CEYLAN: Cemâl ve celâl…

Prof. Dr. HASAN KÂMİL YILMAZ: İkisi de aynı anda burada kemâle eriyor, tabiri caizse. Dolayısıyla bu güzellikler içerisinde, inşallah İstanbul’a hizmet etmek için buradayız. Önce İstanbul’un bir MR’ını, bir nevi fotoğrafını çekmeye başladık elhamdülillah. Burada iki şey yapıyoruz. İlk olarak fizikî potansiyelimiz olan camilerimiz, Kur’an kurslarımız, salonlarımız veya din hizmetine vereceğimiz alanlar nedir? Bunlara bakıyoruz. İkincisi insan potansiyelimize, manevî potansiyelimize bakıyoruz.

Önce bizim teşkilatımızın potansiyeli nedir; İmam - Hatip liseleri öğretmenleri, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenleri, İlâhiyat fakülteleri… Biz cami ile sınırlı bir hizmet düşünmüyoruz. Yani cami merkezli bir din anlayışını benimsiyoruz, ama herkesin camiye gelemeyeceğini veya gelmeyeceğini de düşünmek gerekiyor. Tercih meselesidir. Onların ayaklarına da hizmet götürülmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunun için bir takım hazırlıklarımız, çalışmalarımız var. Diyanet İşleri Teşkilatımız ile kahvehane, kıraathane, mektep, yurt ve işyeri gibi yerlere ulaşmak suretiyle, buralara da hizmet götürmek istiyoruz. 

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, KYK’lar, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Kızılay-Yeşilay gibi kurumlarla protokoller imzaladık. O protokoller kapsamında oralara hizmetler götürüyoruz. Sağlık Bakanlığı bünyesinde manevi rehberlik hizmetleri veriyoruz. Yeşilay ile birlikte içki ve uyuşturucu ile mücadeleyi geniş bir alana yaymaya çalışıyoruz. Cezaevlerinde uzun zamandan beri çalışan kardeşlerimiz, arkadaşlarımız var. Cezaevi müdürlerinin anlatmalarından görüyorum; çok faydalılar arkadaşlarımız orada. Cezaevlerindeki tansiyonun düşmesinde, taşkınlıkların azalmasında ve mahkûmların topluma kazandırılmasında gerek vaiz olan arkadaşlarımızın, gerek mânevî rehberlik için oraya giden Kur’an kursu hocalarımızın çok katkısı olduğunu görüyoruz, hamdolsun. Dolayısıyla biz böyle bir köşeye çekilmek değil, aksine tam hayatın ortasında olalım istiyoruz.  

ÜMİT GÜLBÜZ CEYLAN: Bizim dinimiz en son gelen Hak din İslam’dır. Biz Müslümanlar itikat, ibadet ve ahlakı Kur’an’dan öğreniyoruz. Hz. Peygamberimizi de kendimize yaşantı olarak örnek alıyoruz. Ahlaki bir toplum için manevi hayatımızı güzelleştirmemiz gerekiyor. Dinimiz bir yandan bizim manen ve maddeten zenginleşmemizi işaret ediyor. Manen adaletli, ahlaklı ve seciyeli bir toplum olurken aynı zamanda maddeten de gelişmemizi; tekâmül etmemizi teşvik ediyor. Toplum olarak nasıl bir mefkûreye sahip olmalıyız? Birbirimize nasıl sahip çıkmalıyız? 

Prof. Dr. HASAN KÂMİL YILMAZ: Evet, tabii aslolan bu ikisinin beraber yürümesi. Ekonomik ve fizikî güzellikler ile mânevî ve ahlâkî güzelliklerin bir arada olması. İnsan zengin olabilir, fizikî olarak güzel olabilir, mükemmel konuşabilir ama insanî değerlerden; ahlâktan, şecaatten mahrum ise bu olursa bir anlam ifade etmez.

Hz. Peygamber’e Mekke-i Mükerreme’de 13 yıl boyunca gelen ayetler daha çok iman ayetleridir. Sonra da ahlâk ayetleridir. Medine’de ise ibadet ve muamelat ile ilgili ayetler, ukûbet yâni ceza ile ilgili ayetler gelmiştir. Buradan da anlıyoruz ki, bizim önce gönül dünyamızda bir tahliyeye ihtiyacımız var. Oradaki lüzumsuz ayrık otlarının, kalbimizi işgal eden anlamsız ve boş şeylerin temizlenmesine ihtiyaç var. Kalpler; temizlenince oraya, orada olması gereken laleler, sümbüller dikilecek; ondan sonra hayatımız zaten fizikî olarak da, ahlâkî olarak da kemâline masrûf hale gelecektir. Onun için bizim Kelime-i Tevhidimizde bile önce bir nefy vardır. “Lâ ilâhe/İlah yoktur” der ve bütün ilahları reddederiz. Ama o bir vurgudur. Aslında; “İllallah/Varsa yoksa sadece Allah vardır” deriz. 

Aslında kalpte Allah’ın dışındaki bütün tanrıları, putları, ilgileri, alâkaları yıkabilirsek; ne kadar zenginleşsek de bunlar bizim putumuz olmaz. En büyük korku, insanın Allah’ın dışındaki putlara tapmasıdır. Allah Teâla Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de iki yerde;  “Habibim! Sen, nefsinin hevâsını, nefsinin arzularını tanrılaştıranı, putlaştıranı gördün mü?” (Casiye,23 – Furkan, 43) buyurur. Demek ki insan en büyük tanrısı ve putu kendisidir, kendi nefsidir; benlik, “Ben… ben yaparım… benim” iddiasıdır. İşte o benlik iddiasından kurtulacak bir nefye ihtiyacımız var. “Lâ ilâhe” derken, “Nefsim de benim tanrım değil, benim tanrım Allah” diyebilecek bir şeye ihtiyaç var. Dolayısıyla o nefyi yapabildikten sonra ahlâk gelir, ibadet gelir, kulluk gelir, ilişkiler daha düzene girer. Ama önce “Allah’ı anmak, Allah’ı unutmamak müminlerin kalplerinde itminan meydana getirir…” (Rad, 28) Yani doygunluk ve hoşluk meydana getirir.

ÜMİT GÜLBÜZ CEYLAN:  Kalplerimizi temizlemek nasıl mümkün olacak Hocam?

m3

Prof. Dr. HASAN KÂMİL YILMAZ: Elhamdülillah ecdat bunu yapmış vaktiyle, demek ki olabilir bir şey. Hz. Mevlana’nın, Yunus’un ve emsali büyük velilerin açtığı yolda, şiddete başvurmadan, bütün herkesi kendi inançlarıyla baş başa kalabilecek şekilde hak ve özgürlükler tanıyarak yaşatmış. 

1924 yılına gelindiği zaman İstanbul’un 500 bin kişilik nüfusunun 300 bini gayrimüslim; hiç kimse rahatsız değil halinden. Hatta Anadolu şehirleri de böyle. Bakın ben Kocaeliliyim, İzmitliyim. Bundan 20 sene önce bir gün orada Tapu Dairesine gittim. Tapu Müdürü benim İlâhiyatçı olduğumu öğrenince kaptı geldi tapu kütüğünü. “Hayırdır, niye getirdin bunu?” dedim, “Hocam siz Osmanlıca okumayı bilirsiniz, deftere bir bakar mısınız diye getirdim” dedi. Bir açtık defteri, tapu kayıtları var, isimler var; Kirkor, Artin, Aleksander, Mişon vesaire... Hiç Müslüman yok mu? Sayfada bir iki tane çıkıyor. Demek ki İzmit’in %60-70’i gayrimüslimmiş, ama şimdi hiç yok. Kayseri’nin, Konya’nın, Erzurum’un, Trabzon’un, Samsun’un durumu da aynı. 

Ben bunu, İslam’ın bize kazandırdığı birlikte yaşama kültürüne bağlıyorum. Nitekim Kudüs fethedildiği zaman, Kudüs Valisi; “Sizin en büyüğünüz gelmezse, ben orayı teslim etmeyeceğim” diyerek şehri teslim etmek üzere Hz. Ömer’i davet etti. Bunun üzerine Hz. Ömer şehri teslim almak üzere gitti. Kudüs’ün her mübârek yerinde ve Mescid-i Aksa’da namaz kıldı. En son Kıyamet Kilisesi’ne götürdüler. Vali, Kıyamet Kilisesi’nde de namaz kılmasını istedi. Hz. Ömer ise  “Yok”, “Ben burada namaz kılmam” dedi. Bunun üzerine “Niye?” diye sordu Vali. “Ben burada namaz kılarsam, burayı Müslümanlar yarın cami yaparlar, sizi buradan çıkarırlar” dedi Hazreti Ömer... Dışarı çıkarak 50 metre ötede bir yerde namaz kıldı. Şimdi orada Mescid-i Ömer var, Hazreti Ömer mescidi var. İslamiyet böyle bir dindir. Başkasının inancına böyle saygı gösteren bir din söz konusu olunca, tarih boyunca Müslümanların asla ötekiyle problemi olmamıştır.

ÜMİT GÜLBÜZ CEYLAN:  Hocam, bazıları işi öyle bir yere getiriyorlar ki; “Kur’an bize yeter” diyorlar. “Kur’an bize yeter, siz şirk işliyorsunuz, Peygamber Kur’an’a uydu” diyorlar. Evet Kur’an’a uydu da; Peygamberimizin sözleri, davranışları ya da takrirleri ne olacak? Biz o zaman neye göre iman edeceğiz, ibadet yapacağız? 

Prof. Dr. HASAN KÂMİL YILMAZ: Peygambersiz bir din olmaz, olamaz. Çünkü Allah, “Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiştir” (Nisa, 80) veya “'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana itaat edin ki; Allah da sizi sevsin” (Ali İmran, 31) diyor, değil mi? Dolayısıyla Peygambersiz ve O’nun olmadığı din, asla ve kat’a olamaz. Çünkü Peygamber Efendimizin görevi var Kur’an’a karşı;

1- Tebliğ görevi var; Kur’an’ı getiriyor anlatıyor, hiç ilave ya da eksiltme yapmadan.

2- Tebyîn yani açıklama görevi var; “Anlayamadım Ya Resulullah” diyenlere açıklıyor, beyan ediyor.

3- Tatbik görevi var; bütün dini uygulamaları, namaz kılmayı, zekâtın şeklini haccı ondan öğreniyoruz. 

“Ben nasıl namaz kılıyorum, öyle namaz kılın” diyor. Bunun üzerine ne söylenir ki!.. Siz Peygamberi yok sayarsanız, namaz kılmayı bilemezsiniz o zaman!..

Yarın: Bizim temel iki kaynağımız var; onlar da kitap ve sünnettir.

Prof. Dr. Hasan Kâmil YILMAZ

1952 İzmit/Karaabdülbaki doğumlu. 1963’te Akmeşe Bölge İlkokulu’nu, 1970’te Adapazarı İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Aynı yıl İzmit Sarımeşe Köyünde üç ay süreyle imam-hatiplik yaptı. 1974’te İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu. 1974-77 yılları arasında Bakırköy Şenlikköy Ortaokulunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği, Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı. Kasım 1976’da açılan asistanlık imtihanını kazandı ve 01 Şubat 1977’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Tasavvuf ve Tarihi asistanı olarak göreve başladı. Vatani görevini Mart-Temmuz 1981’de Burdur’da kısa dönem olarak tamamladı. Mayıs 1983’te Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Doktor” unvanını kazandı. Aynı yıl M.Ü.İlahiyat Fakültesinde “Yardımcı Doçent” oldu. 

1986-1987 yılları arasında bir yıl süreyle sahasında araştırmalar yapmak ve incelemelerde bulunmak üzere Mısır’a gitti. 1989’da “Doçent”, 1996’da “Profesör” oldu.

Neşredilmiş yirmiyi aşkın eseri, muhtelif dergilerde yayınlanmış makaleleri, ansiklopedi maddeleri, ulusal ve uluslar arası düzeyde çeşitli bilimsel toplantılarda sunulmuş pek çok tebliğleri bulunmaktadır.

Eserlerinden ve makalelerinden bir kısmı İngilizce, Rusça, İtalyanca, Macarca ve Arnavutça’ya tercüme edilmiş, Kazak ve Azeri dillerine uyarlanmıştır.

30 Aralık 2010 tarihinde yaklaşık 34 yıl görev yaptığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyeliğinden T.C. Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına atanan Hasan Kamil YILMAZ 12 Ocak 2017 tarihinde gerçekleştirilen devir teslim töreni ile İstanbul Müftüsü Olarak görevine başladı. Evli ve beş çocuk babasıdır.

ESERLERİ

A. Telifler

1. Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı

2. Tasavvufî Hadis Şerhleri

3. Peygamberimiz ve Günlük Hayatı

4. Nefs Terbiyesinde Açlık ve Az Yemek

5. Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar

6. Gönül Erleri 1-2

7. Altın Silsile

8. Tasavvuf Meseleleri

9. Rûhânî Hayat

10. Tasavvufî Bakış

11. Gönül Penceresinden

12. Dinle Neyden – Mesnevî Sohbetleri

13. Çağları Aşan Mevlânâ Çağrısı

14. Marifetullah

15. 300 Soruda Tasavvufi Hayat

B. Tercümeler

16. Delilleriyle Marifet Yolu/Ahmed er-Rifâî’den

17. İlim, Amel, Seyr u Sülûk/Aziz Mahmud Hüdâyî’den

18. Tasavvufun Esasları Avârif Tercümesi (İrfan Gündüz ile birlikte)/Sühreverdî’den

19. İslâm Tasavvufu el-Luma’ Tercümesi/Serrâc’dan

 20. Rûhu’l-beyân/Bursevî’den I. c 

 21. Kırk Hadis Şerhi Metin ve Tercüme/Konevî’den

C. Neşir/Edisyon

22. İman Hakikatleri Etrafında Suallere Cevaplar/İsmail Fennî Ertuğrul

23. Mektûbât/M. Esad Erbîlî (İrfan Gündüz ile birlikte)

24. Rûhu’l-beyân/Bursevî’den I-XIII. cildler

25. Uluslararası Aziz Mahmud Hüdâyî Sempozyumu I-II, İstanbul 2005